22 Mart 2014 Cumartesi

İlyada



"Homeros, sözlü edebiyat geleneğini sürdüren bir ozandı. Bu destanları İsa'dan önce dokuzuncu yüzyılda yarattığı sanılıyor. Yazılışı, kaleme alınışı daha sonradır. Bu İzmirli büyük ozan, İlyada'da, Troya Kentinin destanını anlatır. Troya Kenti, Çanakkale Boğazı'nın beri yakasında bugünkü adıyla Hisarlık Tepesine kurulu zengin bir kentti. Yunanistan'dan gelen Akhalar'ın saldırısına uğrar. Bu savaşta iki toplum karşı karşıya gelir. Yurtları Anadolu'da bulunan Troyalılarla Yunanistan'dan gelen Akhalar Topluluğunun savaşıdır bu büyük destan. Akhalar Topluluğu Yunanistan'ın çeşitli bölge krallarından oluşmuş bir ordudur. Her kral, kendi gemileri ve adamlarıyla yola çıkmıştır ve bu ordular, krallar kralı Agamemnon'un yönetiminde örgütlü ve birleşiktirler. Güçlüdürler. Akhalar, daha soylu, daha yürekli, daha akıllı ve daha örgütlüdürler. Ve savaşı kazanırlar. İlyada Troyalılar'ın yenilgisinin destanıdır. İlyada destanı, 24 bölümden ve 16.000'i aşkın dizeden oluşur. Troya Savaşının dokuzuncu yılında 51 günlük bir süreyi kapsar. Yani o büyük savaşın kısa bir kesitidir bu destan. Yunanca aslından, Azra Erhat'ın, A. Kadir'le birlikte yaptığı bu ölümsüz çeviriyi Can Yayınları olarak kıvançla yayımlıyoruz." (1)



Homeros'un İlyada'sı. Bir büyük destanın 589 sayfalık küçük bir kitaba sığmış öyküsü arka kapakta böyle tanıtılıyor. Evet, 589 sayfa çok az. Homeros için, İlyada için, İsa'dan dokuz yüzyıl önce başlayıp günümüzde bile canlılığını yitirmeyerek yalnız edebiyatı değil yaşamın her alanını etkileyen bir öykü için kısa, çok kısa.

Kitapların arka kapaklarına konan kısa yazılar genellikle kitap ve yazar hakkında genel bir bilgiyi bile zor verirler. Oysa yukarıdaki paragraf Homeros'un dünyasına gidecek okuyucu için görkemli ve büyük bir kapı oluyor. İnsan bir anda İsa'dan dokuz yüzyıl öncesine gidiyor. Anadolu'yu, İzmir'i, Troya'nın bulunduğu bölgeyi, Çanakkale Boğazı'nı düşünüyor. "29 yüzyıl önce acaba nasıl görünürdü oralar?" diye geçiyor aklından. Hele bu topraklarda doğup büyümüş biriyse, kendi atalarının da Homeros'un anlattıklarını dinlemiş, hatta yaşamış olabileceği olasılığıyla daha da heyecanlanıyor. Sonra tarih boyunca Anadolu'da yaşanan değişimler nedeniyle "Keşke Homeros'a uzansaydı köklerim ama benim atalarım herhangi bir zamanda herhangi bir yerden gelmiş olabilirler" diyor. "Hisarlık Tepesine ben gitmiş miydim? Neredeydi? Çevresi nasıldı? Troya'da dolaşmış mıydım? Akhalar Topluluğu, Agamemnon, Homeros ve İlyada düşlerimden çıkıp canlanıvermiş miydi o sırada?"



Kitaplar, yazanlar ve okuyanlar arasında zamandan bağımsız bir ilişki kurarlar. Sayfaların arasına yerleşmiş bilgiler, kişiler, olaylar, acılar, mutluluklar, umutlar, düşkırıklıkları, düşünceler, geçmişten ve başka dünyalardan gelen farklı yaklaşımlar sessizce yeniden ışık yüzü görmeyi bekler. Bunlara ulaşmak bazen kolay sayılabilir, kapağı açtığınız anda çevrenizi sarıverir, geçmişin ve geleceğin gizlerini çözebileceğiniz büyülü bir odaya girdiğinizi düşünürsünüz. Bazen epey uğraş gerektirir, bildiğinizi sandığınız bir dilde yazılanları hiç anlamadığınızı şaşırarak görür, kızarsınız. Kitabın sırlarını çözene dek epey sıkıntı çekersiniz. Kitabın arkasına geçebilmekse çok daha zordur. Yazarı, yaşadığı dönemi, bıraktığı izleri ve etkilerini öğrenmeniz, doğruları bulmanız, aklınıza yatmayanları ayıklamanız gerekir.

İlyada'da bu iş kolay. Azra Erhat kitap için benim doğduğum yıl olan 1958'de yazdığı önsözde kitabın içine ve arkasına açılacak kapıları fazlasıyla anlatmış, göstermiş. Okuyucuya yalnızca çıkacağı yolculuğun keyfini bırakmış. Üstelik bu noktaya nasıl gelindiğini ve gidilebilecek yeni yollar olduğunu da gösterebilmiş.



"Azra Erhat, 1915-1982, Eski Yunan ve Roma dilleri uzmanı, filolog, arkeolog, çevirmen ve düşünce kadını. Özellikle Eski Yunan klasiklerinden yaptığı çevirilerle tanınmıştır. A. Kadir ile birlikte gerçekleştirdiği İlyada ve Odissea çevirileri referans kabul edilir. İlk ve ortaöğrenimini Belçika’da yaptı. 1939’da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirerek Klasik Filoloji Bölümünde asistan olarak göreve başladı. 1946’da doçent oldu. 1948’de aynı fakültedeki öğretim üyeleri Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Niyazi Berkes’le birlikte üniversiteden uzaklaştırıldı. 1949-1950 arasında Yeni İstanbul ve Vatan gazetelerinde çalışti. Uluslararası Çalışma Örgütünde (ILO) kütüphanecilik yaptı. İlk çevirileri Tercüme
dergisinde çıktı. Sofokles, Aristofanes gibi yazarların eserlerini Türkçeye kazandırdı. Yeni Ufuklar dergisinin yazarlarından biri olan Erhat, bu dergi çevresinde gelişen hümanist anlayışın öncüleri arasında yer aldı. Batı uygarlığının kökenini ve Anadolu’ya dayandıran ve Anadolu kültürlerini bir bütün olarak gören Halikarnas Balıkçısı ile aynı görüşleri paylaştı ve aralarında derin bir yakınlık doğdu. Yine çok yakınındaki Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte çevirdiği Hesiodos’un Theogonia ve "İşler ve Günler" adlı yapıtlarıyla Hesiodos üzerine araştırmaları, 1977’de "Hesiodos, Eserleri ve Kaynakları" adıyla basıldı. Bu üç isim bir arada "Mavi Yolculuk" terimini Türk ve dünya literatürüne kazandırdılar. Azra Erhat, kansere yakalandı. Londra'da tedavi gördü, ama sonuçsuz kaldı. 6 Eylül 1982'de 67 yaşındayken İstanbul’da vefat etti. İstanbul-Üsküdar Bülbüldere Mezarlığına defnedildi. Atatürk'ü İlyada kahramanlarindan Hektor'a benzetmesinin bir dönem sebep olduğu tartışmalarla da gündeme gelmiştir. Şadan Gökovalı'nın manevi annesidir." (2) Dinamik bilgi kaynağı Wikipedia Azra Erhat için bunları söylüyor. "Gülleyla'ya Anılar" kitabıysa, 12 Mart askeri darbesinden sonra İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca 1971'de tutuklandığı, Maltepe Askeri Cezaevinde dört ay tutuklu kaldığı ve burada kaldığı sürece yeğeni Gülleyla'ya mektuplar biçiminde anılarını yazmaya başladığı belirtilerek şöyle tanıtılıyor:



"Tutukevinde yazdığım anılar, aslında sana mektuplardı Gülleyla. Koğuşta varlığımı ancak öyle sürdürebileceğini anlamıştım. Hem varlığımı, hem sağlığımı, hem de nasıl diyeyim, bir insan ve bir yazar olarak ünümü. Tutukluluk gerçekte çok önemli bir durum değildir, özgürlük görece bir kavramdır, onu oldum olası bilmişimdir. Salt özgürlük diye bir şey yoktur, insan onurunu az çok zedeleyen özgürsüzlüklerin dereceleri vardır. İnsan, dış özgürlükten yoksun kalınca, yani haklı haksız bir suçlamaya uğrayıp da içeriye tıkılınca, hani o yüzme gücünü kazanmak için bir ölüm kalım savaşına girişir. Çünkü insan onurunu korumak baş koşuldur, onsuz yaşanmaz." (3)

İlyada dünyasından geçenler burada sözü edilen ünün korunacak bir onur olduğunu anlayacaktır.

....



"Homeros kimdir? İnsanlar yirmi beş yüzyıldır bu soruyu evirdiler, çevirdiler, araştırdılar durdular, gene de bir sonuç alamadılar. Homeros bir bilmece olarak kaldı: onu hiç bilmiyoruz, hiçbir zaman bilemeyeceğiz desek de yeri, biliyoruz, hiçbir şairi bilmediğimiz gibi biliyoruz desek de yeri." (4)

Azra Erhat kitabın kapısını bu soruyla açıp önemli bir saptama yapıyor. "İnsanlık tarihinde bir gün geldi ki, sanatçının kimliğini kestirmek için eserine bakmakla yetinmez oldu insanoğlu." Bir üniversite profesörü: "Homeros sorunu mu? 40.000 cilt kitap!" dermiş ona. Şimdi belki şöyle de diyebiliriz: "Homeros sorunu mu? Google'da en az 1.620.000 (5) arama sonucu! Üstelik her an artıyor." İlyada 547.000 (6), Homer 23.900.000 (7) Iliad 1.630.000 (8) veriyor. Kuşkusuz bu listelerde ilgisiz başlıkların bulunduğunu görüp görsellerde Homer Simpson resimleriyle karşılaşınca ne kadarının Homeros'la ilgili olduğunu bilemeyiz. Yine de büyük bir sayı olduğunu anlarız.

"Bugün okuyucu Homeros detanlarının tadına varmak için bilimden ne kadar arınmaya çalışsa, boşuna uğraşır, bilime ne kadar dalsa o kadar çıkmaza girer, kısacası bilimle de yapamaz, bilimsiz de edemez."

Azra Erhat bunu söyledikten sonra anlatmaya Homeros'u bilime başvurmadan dinleyen çağlardan başlıyor:

"Yunan ilkçağında Homeros'un adı da İsa'dan önce yedinci yüzyıldan beri geçer. İonya filozofları, ozanları, tarihçileri sözünü ederler. Kimi önü över, kimi onu yerer, ama tek olduğuna kimsenin kuşkusu yok gibidir."

Halikarnaslu Heredotos'tan "Hesiodos'la Homeros Yunanlıların tanrı soylarını kurdular, ad ve ekadlarını taktılar tanrılara, yetkilerini ve işlerini ayırdılar, görünüşlerini belirttiler" alıntısını yaparak Homeros'un Heredetos'tan dört yüzyıl önce, 850 sularında yaşamış olduğu sonucuna varıyor. (9) Platon'a değin Homeros'u anmayan tek bir Yunan yazarı bulunmadığını, ne var ki söylenenlerin birbirini pek tutmadığını söylüyor.

Homeros tartışması Platon'la başlamış. Ona göre de Homeros, Yunan dünyasında bütün inanışların babasıymış. Yunanistan'da eğitimin Homeros destanlarının üstüne kurulmuş olduğu bilinen bir gerçekmiş. Yalnız Atina değil, bütün Yunan devletleri Homeros'u her türlü bilginin özü olarak benimsemişler. Yunan insanı din, politika, askerlik, gemicilik, hekimlik gibi çeşitli bilgileri öğrenmek için Homeros destanlarına başvurur, bunları ezbere bilir, canlı bir kitaplık gibi içinde taşırmış.

Eserleri Homeros'un dizeleriyle dolup taşan Platon da Homeros'un okulunda yetiştiği halde bu eğitime başkaldırmaya yeltenen ilk kişi olmuş.

Azra Erhat yirminci yüzyıl okuyucularının Homeros'u anlamadığı, şiirinin tadına varamadığı için Platon'a içerlediğini söylüyor. Ancak onları haksız buluyor, Platon'un zamanında Homeros'un şiir değil kutsal kitap olarak okunduğunu, oysa bu sarsıntının bilimin doğmasının yolunu açtığını vurguluyor. Bilginler okuyup sorgulamadan çocuklarına aktardıkları bu metinleri araştırmaya başlamışlar. Böylece, Homeros'un eserinin safça okunup benimsendiği, Heredotos'un tarihlemesine göre dört yüzyıl süren dönem sona ermiş. Hellen varlığı üstüne düşünen, İskenderiye ve Bergama kitaplıklarının, Mısır ve Bergama kağıtlarına yazılı deste deste kitabın bulunduğu bir çağda başlıca araştırma konusu Homeros olmuş. Filoloji ortaya çıkmış. İlkçağın filologları da daha sonrakiler gibi önce metin araştırmaları yapıyor, daha sonra metnin yazarı üzerinde incelemelere girişiyorlarmış. Konu edilen metin ve yazar hep Homeros'muş.

İ.S. beşinci yüzyılda "Edebiyat Üzerine Bir El Kitabı"nı yazan Proklos "Homeros kimin oğluydu, nerede doğdu yaşadı? Bunu açıklamak kolay değil. Çünkü kendisi bize bu yönde bilgi vermediği gibi, ondan söz edenler de kesin bir sonuca varamamışlar ve bir sürü hayale kapılmışlardır. Kimi Kolophon'da doğduğunu, kimi Khios'ta, kimi İzmir'de, kimi de İos'ta ya da Kyme'de dünyaya geldiğini söyler. Kısacası hiçbir kent yoktur ki Homeros'u kendi oğlu gibi benimsemiş olmasın. Bu yüzden Homeros'a dünya yurttaşı desek yeridir" diyormuş. (10) Azra Erhat yedi kentin Homeros'un yurdu olmakla övündüğünü, ama bunların beşinin Anadolu'da ya da adalarda, yani İonya'da olduğunu söylüyor. Yunanistan kentleri Argos, Atina, Pylos ya da İthaka'nın iddialarının göz önünde tutulmaya değmeyeceğini, Homeros'un hiç kuşkusuz İonayalı olduğunu söylüyor. Sakız Adası'nda okul kuran Homerosoğulları adlı ozan topluluğundan söz ediyor. İ.Ö. altıncı yüzyıldan başlayarak Yunanistan'da ün saldıklarını, Homeros destanlarını okumayı tekellerinde bulundurduklarını, hatta Homeros'un oğulları, torunları olmakla övündüklerini söylüyor. Homeros destanlarının yazılı olup olmamasını da çetrefil bir sorun olarak niteliyor. Homeros'un döneminde yazının bilindiğini, ancak bundan onun destanları kaleme aldığı, yani yazıyla yazdığı sonucunun çıkarılamayacağını, İlyada ve Odysseia'nin sözlü bir geleneğin ürünleri olduğunu, ilkçağdan kalma bir tek metnin ortaçağda çeşitli kopyaları olarak elimize geçtiğini vurguluyor. (11)

İonya'da bütün Troya efsanelerini ele alıp işleyen birçok destan oluşmuş, klasik Yunanistan'da bunlara 'kyklos' yani çember deniyormuş. Homeros'un adıyla anılan İlyada ve Odisseia dışında tümü kayıpmış. Destanları birçok ozanın kendi adlarını koymadan işlediğini, kişisel çağlar başlayıp her esere bir yaratıcı aranınca İlyada ve Odysseia için bir ozan adı bulunduğunu, Homeros'un olduklarının söylendiğini aktarıyor. Yine de bütün destan çemberinin bir elden çıktığına inanmayı güç buluyor. "Bir tek insanın otuz bin dizelik iki eseri yazması bizi şaşırtırken, yüz binlerce dizeyi kaleme aldığına nasıl inanabiliriz?" diye soruyor. (12)

Hellenistik çağda üç büyük eleştirmen: Ephesos'lu Zenodotos, Bizanslu Aristophanes ve Aristarkhos, Homeros metinlerini incelemişleri kimi dizeleri sonradan eklenmiş sayarak atmışlar, kimilerini düzeltmişler, kimi dizelerin iki ayrı okunuşu arasında bir seçme yapmışlar, kısacası bizim bugün yaptığımız gibi eleştirilmiş bir yayım ortaya çıkarmışlar. Azra Erhat bunun ardından bu yayımların olduğu gibi elimize geçmediğini söylüyor. Düzeltmeler yalnızca elyazmalarının kenarlarına yazılmış açıklamalardan biliniyormuş. Bu yüzden Homeros metninin yeni yeni yayımlarını yapmak on dokuzuncu yüzyıldan bu yana Avrupa bilginlerini uğraştıran bir iş olmuş. Hep daha güzel, daha tamam İlyada ve Odysseia yayımları basılabilmiş.

Avrupa biliminin bir de Homeros sorunu varmış. Frederic-August Wolf 1795'te "Prolegomena ad Homerum" adlı eserinde Homeros destanlarının bir bütün olmadığını, bunların birbirine eklenmiş şarkılardan meydana geldiğini, Homeros adından bir ozanın yaşamadığını öne sürmüş. Azra Erhat bu yaklaşımı, on dokuzuncu yüzyılın eşiğinde romantizmin doğmasıyla halkın dehasına, halktan, doğadan fışkırmış doğal sanat eserlerinin varlığına inanmanın bir modaya dönüşmesiyle ilişkilendiriyor. Buna kapılan filologlar her parçayı mantıksal ve tarihsel süzgeçten geçirmişler, Homeros destanları çeşitli çağlara ve ozanlara yayılmış şiir parçalarından bir yamalı bohçaya dönüşmüş. Bilim dünyasında Troya'nın varlığına inananlar ve inanmayanlar, destanların bütünlüğüne inanıp onları korumak isteyenlerle uygunsuzlukları atarak daha duruma getirmeye çalışanlar eşine az rastlanır bir kavgaya tutuşmuş. (13)

Azra Erhat sorunun tartışma konusu olmaktan çıkmadığını belirterek kendi görüşünü açıklıyor:

"İlyada, Homeros adında Anadolulu bir ozanın İ.Ö. dokuzuncu yüzyıl sularında yarattığı bir destandır." (14)

Konuyu "Homeros'u anlamak için 40.000 cilt kitap okumamalı, tersine yalnız İlyada ile Odysseia'yı okumalı, tadına vara vara" diyerek bağlıyor. (15)

....

Troya.

"Çanakkale'den bir kaptıkaçtıya binersiniz. Kentten çıkıp biraz yükseldiniz mi, boğaz rüzgarı püfür püfür eser. Bir yanınız deniz, bir yanınız çamlık, zeytinlik: alabildiğine maviler, yeşiller, sarılar, küme küme kırmızı gelincikler. İçiniz bir hoş olur, çünkü bu toprak başka toprak, kahramanlık destanları anlatılır size karış karış."



Azra Erhat böyle başlıyor Troya'yı, yüzyılları birbirine katıp da doğu ile batı arasında kavgaya, dövüşe sahne olmuş bu toprağı anlatmaya. (16) "Bu kent zengindi, arkasında bolluk, uygarlık kaynağı koca Anadolu vardı da ondan boyuna saldırılara uğradı demek, masalın değil, tarihin işi. Masalcı ipuçlarının hepsini veriyor, alsın tarihçi anlatsın bize Troya'nın gerçeklerini" diyor. Sonra Troya'yı "Hisarlık tepesine çıktığınız zaman, karşınızda iri gümüşi taşlarla örülmüş bir duvar görürsünüz. Bu duvar bir iki saatte dolaşabileceğiniz bir höyüğü çevreler. Koca Troya kenti bu mudur? demekten alamazsınız kendiniz" sözleriyle tanıtıyor. Ardından Troya'nın gerçek olabileceğini 19. yüzyıl ortasına dek kimsenin aklından bile geçirmediğini belirterek bir Homeros aşığının, Heinrich Schliemann'ın öyküsüne geçiyor. (17)




Almanya'nın Mecklenburg bölgesinde bir köy. Schliemann'ın çocukluğu. Homeros'a babasından Noel hediyesi olarak aldığı resimli tarih kitabını okurken vurulmuş. Zor bir yola girmiş. Gemi tayfası, ticarethane katibi, tüccar, altın arayıcısı, derken milyoner olmuş. Birçok dili, sonunda Latince ve eski Yunancayı da öğrenmiş. Günün birinde Troya'yı bulmak üzere yola çıkmış. 1870'te elinde İlyada ve Odysseia destanlarının metinleriyle Çanakkale'ye varmış. Cebinde tüm engelleri yenmeye yetecek para varmış. Hisarlık tepesinde kazıya başlamış. Kazdıkça kentler bularak yerin dokuz kat dibine inmiş. "Bu soğan gibi kentin hangisi Homeros'un Troya'sıdır?" diye düşünmüş. Derme çatma arkeoloji bilgisiyle "Destan Troyası en eskisi olduğuna göre en altta olmalı" deyip kazdıkça kazmış, indikçe inmiş. Priamos'un ülkesine varmak isterken ana toprağa ulaşmış. Karşısına bir parıltı çıkmış. Bir define bulmuş. Altın, gerdanlıklar, iğneler, bilezikler, kucak dolusu altın. Aşkı hırsla kirlenmiş. Karısıyla birlikte altınları çıkarıp saklamışlar, Yunanistan üzerinden Almanya'ya kaçırmışlar. Berlin Müzesi hazinesi II. Dünya Savaşı'nda bir köye saklanmış. Sonra kaybolmuş. Ama Schliemann'ın Priamos'un olduğunu sanarak getirdiği bu hazinenin Priamos'la ilgisi yokmuş. Çünkü Homeros Troya'sı sandığı Troya II destanda geçen kent değilmiş. (18)



Schliemann'dan sonra kazılar daha bilimsel bir yaklaşımla yürütülmüş. Troya kazıları planlarla, haritalarla sistemli biçimde gözler önüne serilmiş. Troya'da İsa'dan 3000 yıl öncesinden beri insanlar oturmaktaymış. Dokuz tabaka üzerinden yapılan araştırmalarda Troya'nın tarihi ortaya çıkmış. Troya I, İsa'dan önce 2000 yıllarındaki önemsiz bir oturma alanıyken Troya II Mykene çağı öncesi bronz kültürünün önemli bir merkezi olmuş. Aradaki önemsiz aşamaların ardından on sekizinci yüzyılda kurulan Troya VI Mykene'den çok farklı bir Anadolu kalesiymiş. Bu kentte ölüler yakılır, külleri toprak çanaklarda sur dışındaki mezarlıklara konurmuş. Sonra VIIa ve VIIb geliyormuş. Trota VIIa Troya VI'dan farksızmış ve 1200 sularında insan eliyle yıkılmış. Homeros'un Troya'sı bu olmalıymış. (19)




Tarihsel çağlarda Troya gene kurulmuş. Herodotos, Serhas'ın Yunanistan'a yaptığı seferde Troya'ya geldiğini ve Athena tapınağında 1000 sığırlık kurban kestiğini anlatıyormuş. İki yüzyıl sonra İskender de Troya'ya uğramış, bir söylentiye göre Akhilleus'un kalkanını görmüş. Hellenistik çağda Troya, Nea İlion adıyla yeniden kurularak Roma zamanına dek yaşamış. Kentin bu çağlardan kalma anıtları Hisarlık tepesinde görülebiliyormuş.



Schliemann'ın çalışmaları iki bilim kolunun birleşmesine yol açmış. Efsaneye dayalı bir destan olduğu bilinen İlyada'nın tarihsel temellerinin filoloji ve arkeoloji araştırmalarıyla bilimsel olarak aydınlatılabileceği anlaşılmış. Efsaneye karışan bilgilerin tarihsel verilerin ışığında aranması ve gerçeğin sınırlandırılmasıyla Troya'nın çevredeki kültürlerle ilişkisi görülebilmiş. 1200 yıllarındaki Troya savaşı döneminde Yunanistan, Trakya, Boğazlar, batı-orta-güney Anadolu, Girit ve adalar bölgesinde yaşananlar, destanı anlamak ve tarihin bilinmeyen yönlerini görebilmek için ipuçları veriyormuş.




Minoen Girit uygarlığı 2400'den 1400'e bir yandan Mısır ve Mezopotamya'nın eski kültürleriyle, öte yandan Yunanistan ve Anadolu'yla alışverişi sağlayarak bin yıl boyunca Akdeniz'e ışık saçmış. (20) Anadolu'dan gelmiş Ana Tanrıça tapımı ile birlikte kadının egemen olduğu anaerkil düzeni uzun zaman yaşatmış. Yunanistan'dan gelme kavimlerle bu düzen bozulduysa da İlyada'da izlerine rastlanıyormuş. Bir kadının kaçırılmasıyla başlayıp yıllar süren Troya Savaşı, Homeros'un anlattığı Troya'da kadının çok önemli ve üstün tutulması bunun örnekleriymiş. (21)



Bu düzen bozulmuş. Helen öncesi kavimleri Ege çevresinde Girit uygarlığını benimseyip rahat rahat yaşarken, 20. yüzyıla doğru ilk Helen kavimlerinin akını başlamış. Kuzeyden gelen bu ırk madeni bilmiyor, kulübelerde oturuyor, çok basit giyiniyormuş. Fatihlerin fethettikleri ülkelerin uygarlığına yenildiği tarihsel örneklerde olduğu gibi Hellenler de Minoen kültürünü yavaş yavaş benimsemişler. Kaleleri bu sert ve yumuşak kültür öğelerinin birbiriyle karıştığını gösteriyormuş. Bir yanda koca surlar, arslanlı kapı, yaban domuzu dişlerinden yapılmış tolgalar, öte yandan süslü püslü kadın resimleriyle freskler, işlemeli kumaşlar, altın bezekler. Hellenler 16. yüzyılda merkezi Mykene olan bir uygarlık kurmuşlar. Homeros destanlarındaki Akhalar onlarmış. Danaolar ve Argoslular da deniyormuş. Homeros'un bu adları karışık kullanması o dönemde henüz iyice kesinleşmediklerini gösteriyormuş.

Azra Erhat çeşitli kavim adlarıyla Yunanistan'a yerleşen Hellenlerin küçük kentler kurarak her bölgeyi güçlü bir kaleyle egemenlikleri altına aldıklarını anlatıyor. Mykene, Pylos, Sparta, Phtika bu kalelerden birkaçıymış, her birinin başında sürüsü ve tarlası en çok olan bir kral varmış. En güçlüleri Mykene kralıymış. At tanrısal bir hayvan olarak görülüyor, büyük değer veriliyormuş. Erhat 2000'den 1000 yılına dek süren ırk kaynaşmasında Ege ve Anadolu'nun tanrı efsanelerini, tanrı kültürlerini Akhaların kendilerine uyarladıklarını, en büyük tanrıları Zeus'un bile adının Hellence olmadığını, Giritli tanrı Zeus'un, Anadolulu Ana Tanrıça Kybele'nin, Anadolulu Tanrı Apollon'un Akhaların din düzenine girip özlerini değiştirdiğini öne sürüyor. (22)

Bu kaynaşma sert çarpışmalara yol açmış. Birinde Girt'te Minoen uygarlığı yıkılmış, diğeri Troya Savaşı olmuş. İlk Hellenleri Anadolu'ya çeken temel neden madenmiş. Homeros destanlarında tunç sözcüğü çok sık geçiyormuş. Erhat demirin tunçtan da değerli olduğunu belirterek "Efsanenin şiir öğeleriyle süsleye süsleye Homeros destanları haline getirdiği seferin ya da seferlerin gerçek amacı, bu madenleri ele geçirmek değil de nedir?" diye sorarak ekliyor: "Troya seferi, bir çapulculuk seferidir, nitekim Troya önünde dokuz yıl beklerken Akhaların boş durmadıklarıi ta Güney Anadolu'ya kadar sokulup Lykia gibi zengin bölgeleri yağma ettikleri İlyada'da sık sık anlatılır. Bu seferlerde gelişmiş uygarlıkları yıkan Akhalar, zamanla, Anodolu kıyılarında ve adalarda tutunmak yolunu bulmuşlar ve kendi egemenliklerini kurmuş olacaklar ki, destan onlardan üstün ırk diye söz ediyor. İlk Hellenlerin bu başarısı Hitit kaynaklarında da iz bırakmışa benziyor. On dördüncü yüzyıldan kalma Hitit yazılarında Akhijava diye adı geçen Anadolu kenti acaba Troya ya da Miletos mudur, Kral Atarsijas acaba Atreus mudur, Lazpa Lesbos mu, Hitit Kralı Muvattali'nin Vilusa Kralı Alaksandu ile yaptığı antlaşma metninden Aleksandros (Alaksandu), İyon (Viluşa), Aiolos (Akhijava Kralının kardeşi diye gösterilen Ayavalaş), Apollon (antlaşmayı koruyan tanrı Apaliuna) adlarını çıkaramaz mıyız? Bilim bu konuda bir karara varmış değildir." (23)

Destanların kimin için olduğunu soran Erhat, Homeros'un bir tarafı tuttuğunu, ama dikkatli okuyunca tutar göründüğü tarafı gerçekte tutmadığı sonucuna varılacağını söylüyor. Destanda Akhalar'ın daha soylu daha yürekli daha akıllı gösterildiğini, Akhalara ya da Akha soyundan dinleyicilere okunmak için yazıldığı izlenimini verdiğini belirtiyor. Homeros İlyada'yı Troya Savaşı'ndan beş yüzyıl kadar sonra, Anadolu'ya yerleşerek sömürgeler kurmuş ve atalarının kahramanlık destanlarını uzun uzun dinlemekten zevk duyan Hellenlar için dile getiriyormuş. Yine de Homeros için şu yorumu yapıyor: "Ne var ki, kendisi Hellen olsa bile, İonyalı idi, Anadolu'nun Girit uygarlığı ile karışmış kültürü içinde yetişmişti. Destanını meydana getirdiği çağlarda
Troya yıkılmış bir kent olduğundan, onu gidip görmediyse de, İzmirli Homeros, Çanakkale Bölgesini, Troya Ovasını çok iyi bilirdi. Efsanelik kent üzerine verdiği bilgiler kesindir, topoğrafyasında hiç yanılmaz, ama Schliemann gibi arkeoologların, elde bir İlyada metni ile, şu pınarı sğrada aramaları, Troya surunu çepeçevre dolaşmanın kaç kilometre tutacağını hesaplamaları ve buna göre arkeoloji bakımından sonuçlar çıkarmaya uğraşmaları yersizdir. Homeros destanlarının kaleme alındığı zamanda Priamos'un kentinin yıkık olduğunu söyledik. Bu yüzden destanların verileri harfi harfine değil, ancak kuşbakışı bir görüntü elde etmek için değerlendirilebilir." (24)

Azra Erhat Homeros'un Anadolu toprağını övmek, Troyalıların Akhalardan çok daha insan, çok daha uygar olduklarını belirtmek için hiçbir fırsatı kaçırmadığını, destanın sonunda kenti gelip yıkan Akhalara bir insanlık dersi verdiğini söylüyor. Gerçekçilikle örülmüş bu destanların canlandırdıkları çağı aydınlatmak için çok değerli belgeler olduğunu, bilimin bu destanlarla el ele giden araştırmalarının bir gün İlyada ve Odysseia dünyasının kapladığı gerçeklik alanının tümüyle açıklayabilmesini umduğunu belirtiyor.

....

İlyada.



"Homeros'un Yunanca İlias adını taşıyan destanı, İlyon ya da Troya olarak anılan kentin destanıdır. Konusu Troya savaşı olmakla birlikte, hem bu savaşın ancak kısa bir dönemini kaplar, hem de Troya efsaneleri diye andığımız büyük bir efsane ve masal çemberinin küçük bir bölümünü içine alır. İlyada'da bütün bir savaşın öncesi ve sonrasıyla bir otuz yıl süreyle uzanan öyküsünü arayan okuyucu, büyük bir düş kırıklığına uğrar. Aslında İlyada, Troya'nın destanı değil, Akhilleus'un destanı sayılmalıdır."

Azra Erhat, İlyada'yı böyle tanıtıyor. 24 bölümlü ve 16.000'i aşkın dizeli bu koca destanın Troya Savaşı'nın dokuzuncu yılında 51 günlük bir sürede geçtiğini, Akhilleus'un Akha ordularının başkomutanı Agamemnon'a öfkesiyle başlayan destanın Hektor'un ölüsünü babası Kral Priamos'a vermesiyle bittiğini söylüyor. Troya Savaşı'nın önceki ve sonraki olaylarla birlikte Homeros'un yapıtlarını çok aşan dallı budaklı bir efsane bütünü olduğunu, bu efsanelerin hem Homeros'un iki yapıtıyla birlikte bunların dışındaki çeşitli destan ve öykülerde de bulunduğunu, ilkçağ Yunan öykü ve söylencelerinden kalan yüzlerce efsanenin bu gür ağacın kökenleriyle karıştığını belirterek "Yunan ve Roma uygarlıklarından doğma Latin ve Cermen dillerinin de efsaneleri aynı
kökenden türemiş olduğuna göre burada ne görkemli bir öykü, inanç ve söylence topluluğunun ortaya çıktığı kolayca anlaşılır" diyor. İlkçağ efsaneleri her çağ, her dönem ve her yerde yeni yorumlarla işlenmeye elverişli olmuş. Batı sanat ve yazını kimi dönemlerde bu akıma karşı koymaya çalıştıysa da mitolojiden ve mitolojik konuların etkisinden kurtulamamış. (25) Troya Savaşı konusu Yunanca 'kyklos' (çember) diye adlandırılan birçok destanda da işlenmiş, ancak çoğunun yalnızca adları kalmış. Efsanelerin gelişimi içinde Kypria'yla başlayıp İlyada, Aithiopis, Küçük İlyada, İlyon'un yıkılışı ve Odysseia gibi nostoiler, yani dönüş destanlarıyla sürmüş. Destanlarla ilgili bilgilerin çoğu Hellenistik çağlardan kalma derleyicilerin yapıtlarına dayanıyormuş.(26)

Destanın 24 bölümü elyazmalarında Yunan alfabesinin harfleriyle gösterilmiş, Azra Erhat destanın kısa özetini (27) verirken bölüm numaraları ve başlıklarıyla birlikte bu harfleri de belirtmiş:

Bölüm I. (Alpha) : Sesleniş-Akhilleus'un öfkesi
Bölüm II. (Beta) : Agamemnon'un düşü - Toplantı - Gemilerin sayımı
Bölüm III. (Gamma) : Andlar - Surların üstündeki sahne - Paris ile Menelaos'un teke tek dövüşü
Bölüm IV. (Delta) : Andların bozulması - Agamemnon'un orduları denetlemesi
Bölüm V. (Epsilon) : Diomedes'in kahramanlıkları
Bölüm VI. (Zeta) : Hektor'la Andromakhe'nin buluşması
Bölüm VII. (Eta) : Hektor'la Aias arasındaki çarpışma - Ölülerin kaldırılması
Bölüm VIII. (Theta) : Zeus'un İda Dağı'ndan savaşı yönetmesi
Bölüm IX. (İota) : Akhilleus'a gönderilen elçiler - Yiğidin barakasındaki tartışma
Bölüm X. (Kappa) : Odysseus'la Diomedes'in keşfe çıkmaları - Dolon
Bölüm XI. (Lamda) : Agamemnon'un kahramanlıkları
Bölüm XII. (Mü) : Duvar dibindeki savaş
Bölüm XIII. (Nü) : Gemilerin önündeki savaş
Bölüm XIV. (Ksi) : Zeus'un aldatılması
Bölüm XV. (Omikron) ; Duvara ikinci saldırış
Bölüm XVI. (Pi) : Patroklos destanı
Bölüm XVII. (Ro) : Menelaos'un kahramanlığı
Bölüm XVIII.(Sigma) : Akhilleus'a yeni silahlar yapılması
Bölüm XIX. (Tau) : Akhilleus'la Agamemnon arasındaki barışma
Bölüm XX. (Ypsilon) : Tanrıların savaşa karışması
Bölüm XXI. (Phi) : Irmak kıyılarında savaş
Bölüm XXII. (Khi) : Hektor'un ölümü
Bölüm XXIII.(Psi) : Patroklos'un ölüsüne düzenlenen törenler
Bölüm XXIV. (Omega) : Priamos'un Hektor'un ölüsünü geri alması - Hektor'a ağıtlar



....

Tanrılar.



Homeros tanrıları yüksek bir dağda otururlarmış, Olympos'ta. Binbir doruklu, hep karlarla örtülü, pırıl pırıl ışıldayıp sarplığı ve yüksekliğiyle göklere karışan bir ulu dağda. (28) Azra Erhat tanrı dünyasını insan dünyasında gördüğü gerçeklerle canlandıran Homeros'un, tanrıları pek ciddiye almadığının öteden beri dikkat çektiğini söylüyor. (29) Bu tanrılar ölümsüzmüş ama insanlar gibi giyinir, kuşanır, öfkelenir, üzülür, acı çekerlermiş. İnsanların savaşlarına katılıp yaralandıkları bile olurmuş. Troya savaşıyla ilgili iki cepheye ayrılmışlar. Aphrodite ve Ares Troyalılardan, Hera ve Athena Akhalar'dan yanaymış. İlyada iki katlı bir sahnede geçiyormuş. Alt katta Troya kenti, surlardan denize uzanan savaş alanı, kıyıda Akhaların gemileri ve barakaları, savaş için Yunanistan ve adalardan gelmiş büyük bir ordu varmış. Üst kattaysa tanrıların dünyası Olympos duruyormuş.

Homeros öyküyü bu iki sahne arasında gidip gelerek anlatıyormuş. İlyada'da insanların ve tanrıların dünyası birbirine karışıyormuş. Akhilleus Agamemnon'u öldüreceği sırada Athena gelip onu durduruyormuş. Savaşı gözleyen Apollon Troyalıların gevşekliğine içerleyerek onlara sesleniyormuş. Kendileri gerek gördükçe işlere karışan tanrılar çağrıldıkları için de geliyorlarmış. Diomedes Athena'yı çağırınca tanrıça hemen gelip yarasını iyi etmiş. Haberci tanrı İris'in işi tanrıların buyruklarını insanlara ulaştırmakmış. Helene'yi evinden alıp Troya surlarından savaşı görmeye götürmüş. Tanrılar çoğu kez insan kılığına girerlermiş, görünecekleri kişiye söz geçirebilmek için onun sevip saydığı birinin kimliğine bürünürlermiş. (30)

Uranos ve Kronos soylarından üçüncü tanrı kuşağı Zeus Olympos tanrılarının en büyüğü ve güçlüsüymüş. Doğa güçlerini elinde tutarak insan dünyasına egemen olurmuş. Bulutları devşiren, göklerde gürleyen, şimşek savuran gibi sözlerle anılan Zeus aklın ta kendisiymiş. Olymposlu tanrılardan önce başka tanrılar da varmış. Dünyayla birlikte tanrı kuşaklarının da doğuşunu Homeros'ta bir yüzyıl sonra yaşadığı sanılan Hesiodos anlatmış. Uranos (Gök) - Gaia (Toprak) soyunu Kronos-Rhea soyu izlemiş. Kronos krallığı elden kaçırmamak için çocuklarını doğar doğmaz yermiş. Rhea Zeus'u doğurunca Girit Adasına saklamış. Kronos'a da kundaklanmış bir taş yedirmiş. Zeus da büyüyünce, Kronos'un soyundan olan bütün devleri, azmanları yeraltı ülkesi Tartanos'a kapatmış. Zeus'a karşı koyanlar da olmuş. Thetis, onu günün birinde Hera, Poseidon ve Pallas Athena'nın birlikte kurdukları bir tuzaktan kurtarmış. Tanrıların, insanlardan çektikleri de olmuş. Diomedes kudurup da insan olsun, tanrı olsun önüne her çıkana saldırınca, onu görenler Zeus'tan bile çekinmeyeceğini söylerlermiş. Tanrıların en güçlüsü Zeus bile diğer tanrılardan çekinerek aralarında bir yatıştırma politikası güdermiş. Hele karısı Hera'dan bayağı korkar, herhangi bir ölümlü gibi karısının hırçınlığından, kavgacılığından yakınır, oğlu Ares'te aynı huyları görünce annesine çektiği için hayıflanırmış. (31)

Ak kollu, inek gözlü tanrıça Hera Zeus'un soyundan ve Zeus'un karısı olduğu için, tanrıların babası kadar saygı görmekle övünürmüş. Azra Erhat İlyada'da Hera'nın hep Akhalardan yana gösterilmesini yalnız Yunanistan'da tapınılan bir tanrıça olmasına bağlıyor, Hera'nın gözbebeği üç kenti kendi ağzından Argos, Sparta ve Mykene olarak aktarıyor. Hera Yunanistan'dan gelen orduların yenmesi, Troya'nın yenilmesi için yıllarca alınteri dökmüş. (32)

Apollon da Anadolu'yla ilgisi yüzünden Troyalıları tutan bir tanrıymış. Troya'nın Pergomos kalesinde bir tapınağı varmış. İlyada'da başlıca sıfatı Lykialı olarak geçiyormuş. İki büyük niteliği okçuluğu ve hekimliğiymiş. İlyada'nın başında Akha ordusunun kırılmasına yol açan salgın Apollon'dan gelmeymiş. İlyada'da Apollon Troyalılardan çok Lykialıları korurmuş. Pandaros, Sarpedon, Glaukos ona ulusal tanrıları olarak güvenirlermiş. Apollon ve Artemis'in anaları Leto'nun efsanesi de Anadolu'ya bağlıymış. (33)

Ares savaşın ta kendisi olarak canlandırılıyormuş. Hem kişi olarak savaşa karışıyor, hem de simgelediği savaş gücüyle varlığını hep duyuruyormuş. Peşinden kimi dişi, kimi erkek başka simgesel tanrıları sürüklermiş. Deimos (Korku, Dehşet), Phobos (Korku, Bozgun), kızkardeşi Eris (Kavga), Enyo (Savaş, Savaşta Kaynaşma, Boğuşma) da Ares gibi varlıklarıyla ya da yalnızca bir kavram olarak karşımıza çıkarlarmış. Homeros iyi savaşanları "Ares'in sevdiği, Ares'in dalı, filizi" gibi sıfatlarla anarmış. Homeros Ares için korku ve nefret uyandıran sözler kullanır, ona "İnsanların baş belası, dönek, surları yıkan, azgın, insafsız, elleri kana bulanmış, savaşa doymaz, insan öldüren" dermiş. Erhat İlyada'nın bir savaş destanı olduğunu, ama bu savaş destanında savaşın ve savaş tanrısının nefretle anıldığını söylüyor. Zeus da, Agamemnon da Ares'ten tiksiniyormuş. Homeros savaşı kötü, uğursuz, korkunç, öldürücü, zorlu ve gözyaşı döktüren diye niteliyormuş. Savaş sahnelerinden çok Troya ya da Olympos'ta geçen günlük yaşam sahnelerini anlatırken, doğadan gerçek öğelerle benzetmeler yaparken özeniyor, sanatının en yüksek düzeyine buralarda çıkıyor, savaşı barışçı bir dille işliyormuş. (34)

Azra Erhat "insan gibi tanrılar" diyerek Homeros'un tanrı dünyasını insanların dünyasında gördüğü gerçeklerle canlandırdığını, Tanrıyı kusursuz bir varlık olarak tasarlayan tek tanrılı dinlerden geçenlerin tanrıların insanlar gibi zayıf ve kusurlu gösterilmesini yadırgadığını söylüyor. Homeros'un bu alanda yalan söylediğine inanan Platon da, ideal devletinde bu ozana yer vermemiş. İsa'dan 850 yıl kadar önce yaşamış Homeros'la Platon arasında yüz yıldan az bir zaman geçmiş. Erhat Yunan ilkçağında şiirle felsefe arasındaki ayrılığın Homeros kadar eski olabileceğini, yedinci yüzyılda doğaya bakmakla kurulan gerçekçi düşünüşün ozanların malı olan tanrı efsanelerini hiçe saydığını söylüyor. Masal dağarcığı Yunan topluluklarında birer din gibi benimsenirken felsefe ayrı yollar tutmuş. Sonraki filozoflar destanlarda alegorik yorumlarla Zeus havadır, Poseidon sudur diyerek gizli anlamlar bulmaya çalışmışlar. Erhat bu görüşlerden felsefenin Homeros'u anlamadığı sonucunun çıktığını, Homeros, Pindaros, Aiskhylos ve Sophokles gibi ozanların anlattıkları tanrı dünyasının ve efsane geleneğinin gerçekliğine inandıklarını söylüyor. Homeros tanrı dünyasını insan dünyası gibi canlandırırken ona tadına doyulmaz bir renk ve çeşni de vermiş. Aphrodite için Homeros'un yarattığı 'gülüşmeyi seven' anlamına gelen 'philommeides' sıfatını çeviride 'gülümser' ve 'cilveli' sözleriyle karşılamışlar. Oyunlarıyla dünyayı altüst eden bir tanrıça için bunun kadar uygun bir sıfatı ancak çok sonra kadın ozan Sappho, aşk tanrısı Eros'a 'acı-tatlı' diyerek bulabilmiş. Azra Erhat tanrı dünyasını anlatmayı, onu bize yakın kılan nedenlerden birinin Homeros'un hiç eksik etmeyerek insanca sevgiyi yansıttığı tatlı sahneler olduğunu belirterek sonlandırıyor. (35)

....

İnsanlar.



"İlyada'da karşımıza çıkan kişiler belli bir dünyanın insanlarıdır. Homeros bu dünyayı en ufak çizgilerine varıncaya dek anlatır, gözümüzün önünde canlandırır."

Azra Erhat İlyada insanlarını, dünyalarını anlatmaya böyle başlıyor. Binden fazla gemiyle ve Troyalıların ordusundan on kat büyük bir orduyla Troyalılara saldırdıkları söylenen Akhaların bu sefere niçin çıktığını soruyor. Homeros bunu karısı kaçırılan Menelaos'un öcünü almak için diyerek açıklıyormuş. Erhat bir kraliçenin kaçırılması İlyada'nın geçtiği çağlarda savaşa yol açabilecek önemde olsa bile efsanede bu olayın fazla öne çıkarılarak savaşın gerçek nedenlerini gölgede bıraktığını söylüyor. Savaşın nasıl çıktığını ve Akha ordularının nasıl toplandığını İlyada'da anlatılan toplum düzenine dayanarak açıklıyor. Yunanistan'daki bölge krallıklarından oluşan Akha ordusunda her kralın kendi gemileri ve adamlarıyla yola çıktığını, Troya ovasında ayrı yerleri ve barakalaraıolduğunu, savaşta her birliğin ayrı safa dizildiğini, İlyada'da 'erlerin başbuğu', 'orduların güdücüsü' diye anılan Mykene Kralı Agamemnon'un 1200 yıllarında Yunanistan ve adaların en güçlü kralı görüldüğünü anlatıyor. Homeros kralların kralı Agamemnon'a bu gücü altın değeneğiyle birlikte Zeus'un verdiğine inanıyormuş. Tanrıların en büyüğü buyruklarını doğrudan büyük krallara ulaştırırmış. Zeus'un işi hep Agamemnon veya Priamos'laymış, küçük krallara haber ulaştımak Zeus'un buyruğundaki öbür tanrılara düşermiş. (36)



Mykene Kralı Agamemnon kardeşi Menelaos'un davasını benimseyince, Akha dünyasına haber salarak bir ordu toplamaya koyulmuş. Bölge krallarının gemileri ve adamlarıyla gelmeleri bir borç, bir ödev, içinde yaşadıkları feodal düzenin bir gereğiymiş. Troya ile hiçbir alıp veremediği olmadığı halde sırf Mykene kralının davasını savunmak için sefere çıkan Akhilleus bu durumu Agamemnon'la kavgası sırasında anlatıyormuş. Her kral, gücüyle orantılı gemi ve asker toplayarak gelmiş. En üstün Agamemnon 100, Pylos Kralı Nestor 90, Argos Kralı Diomedes ve Girit Kralı İdomeneus 80, Sparta Kralı Menelaos 60, Phtia Kralı Akhilleus 50, Lokris Kralı Aias ve diğerleri 40, kimileriyse daha da az gemi çıkarabilmiş. Kralların hepsi Agamemnon'a boyun eğmek zorundaymışlar. Aynı düzen ele geçirilen malların paylaşılmasında da görülüyormuş. Asıl Troya seferi başlamadan önceki yıllarda Akhalar yağma seferlerine çıkmış, köle ve mal toplamış, bunları Agamemnon'un önüne dizip en büyük payları ona vermişler. Bölge kralları kendi aralarında eşit olsalar bile Agamemnon'la aralarında eşitlik yokmuş. Sonraki dönemlerin krallarına pek benzemeyen Akha kralları saraylarda yan gelip oturmazlarmış. İşleri de yalnızca savaşmak değilmiş. Dağa çıkıp sürülerine çobanlık ederlermiş. Atlarını ahırlarda tımar ederler, yem verirlermiş. Sapan sürer, yemek pişirir, silahlarını kendileri bilerlermiş. Homeros onlara halkların çobanı, erlerin güdücüsü diyormuş. Bu krallar birer çiftçiymiş, İlyada'da dağda sürülerini beklerken bir tanrıçanın dikkatini çekmiş birçok kralın sözü geçiyormuş. Ankhises'le tanrıça Aphrodite'nin oğlu Aineias böyle bir kır sevişmesinin ürünüymüş. Kralın günlük işler dışında dinsel görevleri de varmış. Tanrılara adak adar, yalvarır, kurban kesermiş. Homeros dünyasında başrahip kralın kendisiymiş. (37)

Azra Erhat İlyada'nın insanlarını anlatmayı yiğitlik, yoldaşlık, sürgünlük, konukluk ve yolculuktan söz ederek sürdürüyor. Savaşta kralları hep bir tanrı korur, üzerlerine atılan kargılar bu yüzden çoğu kez arabacılarının göğsüne saplanırmış. Kurtulan kral sevdiği arabacısının ölümüne üzülürmüş. Krallar seyis, arabacı, haberci gibi adamlarına candan bağlı olurlarmış. Ordular bir sürü yoldaştan, arkadaştan meydana gelirmiş. Homeros 'therapon' (hizmetçi, uşak) ile 'hetairod' (yoldaş) arasında bir fark gözetirmiş. Yoldaş ve arkadaşlar kralın yanıbaşında savaşırlarmış. Diğerleriyse yalnızca onlara hizmet ederlermiş. Yine de Homeros'un feodal düzeninde büyüklerle küçükler arasında şaşırtıcı derinlikte duygu bağları varmış. İlyada'da adam öldürdüğü için sürgüne gidenlerin sayısı epey fazlaymış. Sürgünler toplumun vereceği bir cezadan değil, ölenin kan davası güdecek yakınlarından kaçarlarmış. Başka bir ülkeye yalvarıcı olarak sığındıklarında tanrısal kralların koruyuculuğundan yararlanırlarmış. Myrmidon ordusunun başkomutanı Akhilleus'un kardeş gibi sevdiği Patroklos'u da Peleus evine almış, oğluyla birlikte yetiştirmiş. Aralarında kan bağından üstün kutsal bir bağ varmış, Akhilleus dövüşmedikçe artık onun adamı olan Patroklos da savaşa katılamazmış. Yalvarıcılık ve konukluk dışına çıkılamayan iki önemli kuralmış. Homeros destanlarında yolculuk öykülerinin de önemli yeri varmış. İnsanlar iş ya da konukluk için, gemiyle ve arabayla Ege çevresindeki ülkelere gidip gelirlermiş. Bir eve konuk geldiğinde kim olduğuna bakmaksızın hemen içeri alınıp eli ayağı yıkanır, sırtına temiz rubalar giydirilir, ocak başına oturtulup yemek ikram edilir, şerefine oyun ve eğlenceler düzenlenir, gerekiyorsa yoluna devam etmesi için araba ya da gemi bile sağlanırmış. (38)

İnsanların yaşamında av, denizcilik, savaş, silahlar ve araba önemli yer tutuyormuş. Yiğitler yurtlarında sürü ve topraklarıyla uğraşmadıklarında ava giderlermiş. Arslan, pars, yılan, yaban domuzu gibi vahşi hayvanlara karşı yapılan avlar İlyada'da doya doya anlatılıyormuş. Bir de tanrıların insanları cezalandırmak için denizden çıkardıkları efsanevi canavarlar varmış. Homeros'un denizcilikteki bilgisi de şaşırtıcıymış. Teknik terimleri doğru ve yerinde kullanıyor, geminin en ufak parçasına dek tüm ayrıntılarını veriyormuş. On binlerce insanın katıldığı savaşlarda kalabalıktan yalnız benzetmelerde ve kalıplaşmış deyimlerde söz ediyor, çoğu kez adları ve soylarıyla tanıttığı iki yiğide yaklaşarak aralarındaki kavgayı ince ayrıntılarıyla anlatıyormuş. Yiğitler düello gibi dövüşür, bazen ordular durup iki kişinin karşılaşmasını izlermiş. Savaşlar yaya ya da arabayla olurmuş. Her yiğidin bir ya da iki kargısı, bir kalkanı, bir kılıcı varmış. Düşmanı bunlarla alt edemezse yerden bir taş alıp üstüne atarmış. Karşı karşıya gelince birbirlerine meydan okurlar, kendilerini överler, anılarını anarlar, tehditler savururlar ve tanrılara yalvarırlarmış. Silah ve arabalar da ince ayrıntılarıyla belirtilirmiş. Kalkanlar iki tipmiş, yusyuvarlak küçük kalkan ve tüm bedeni örten büyük kalkan. Homeros'un tunçtan yapıldığı için tunç diye adlandırdığı kargı da kalkan kadar önemliymiş. Homeros at yelesiyle süslü miğferden sanatsal etki yaratmak için ustaca yararlanıyormuş. Homeros savaş arabalarını da gemi gibi en ince ayrıntılarıyla anlatıyormuş. Arabayı süren atlar yiğitler kadar önemli sayılır, bazıları dile gelirmiş. Akhilleus'a Hektor'u öldürdükten sonra kendi ecelinin de geleceğini bildirir, Patroklos'un ölümüne ağlarlarmış. (39)

İnsanlar yalnızca savaş alanlarında değil, günlük yaşamlarında da anlatılıyormuş. İlyada'nın en güzel, en gerçek, en insanca sahneleri bunlarmış. Azra Erhat "Gelin Priamos'un sarayını gezelim" diyerek İlyada insanlarının yaşadıkları yerleri anlatmaya başlıyor. Homeros'un kullandığı 'domata' evler anlamına geliyormuş. Priamos'un elli oğlu, bir düzine kızı, bir düzine damadı bir değil birçok evde, evlerin yanyana dizilmesiyle oluşan domatada yaşayabilirmiş ancak. Yaklaşık 29 yüzyıl önce yaşanan bu yerlerin, Odysseus'un İthake'deki, Menelaos'un Lakedaimon'daki ve Phaiak Kralı Alkinos'un evlerinin betimlenmesi bu yapıların neye benzediğini anlamamızı sağlıyormuş. Evler avlulardan, oturma ve yatak odalarından, ahırlardan, kiler ve ambarlardan oluşuyormuş. İnsanlar ve hayvanlar burada barınıyor, tüm ihtiyaçlar kapalı bir ekonomik sistem içinde burada karşılanıyormuş. Buğday ve arpa öğütülüyor, un elenip ekmek yapılıyor, yün ve kendir bükülüp dokunuyor, dışarıyla ilişki olmadan yaşam sürebiliyormuş. İşleri çok sayıda hizmetçi ve uşağın yardımıyla evin hanımı ve efendisi yapıyormuş. Evler tek katlı, Girit sarayları gibi iki katlı olabiliyormuş. Homeros'un kendi işlerini görmeye alışmış yiğitleri evlerini de kendileri yaparmış. Paris, Helene'yle oturacağı evi Priamos'un evine bitişik olarak yapı ustalarının yardımıyla kendisi yapmış. Priamos ve elli oğlu yan yana dizili "thalamos" denilen evlerde otururmuş. Konağın en büyük odası "megaron" denilen, ortasında büyük bir ocak, tavanında dumanın çıktığı ve günışığının içeri girdiği bir delik bulunan yermiş. Evsahibi konuklarını burada kabul eder, yemekler ocakta pişirilir, yanan ateş içeriyi hem ısıtır, hem aydınlatırmış. Eşyalar yalınmış, içeride oturulan tahtlar, iskemleler, üstlerine postlar ve örtüler serilen sedir ve arkalıklı iskemleler bulunurmuş. Yemek zamanı hizmetçilerin getirdiği küçük masalar konukların önüne konarak ekmek, şarap, kızartılıp doğranmış et tahta veya maden tabaklar içinde getirilirmiş. Yemek elle yenir, sonrasında ibrikle leğen gelir, eller yıkanırmış. (40)



Homeros kadınların yaşamını uzun uzun anlatmış. Her yiğidin kız olarak aldığı bir karısı, kral ve önderlerin ayrıca birçok tutsağı olurmuş. Yağmalanan kentlerden alınan bu kadınlar asıl eşler kadar sevilip sayılabilirmiş. Akhilleus Briseis'e bağlılığını hiç gizlemez, sevgili karısını elinden aldığı için Agamemnon'u affedemezmiş. Anlattığı savai da bir kadın yüzünden çıkmış İlyada'da birbirinden güzel ve ilginç kadın tipleri varmış. Evlerde düzeni kadın yönetir, hizmetçilere bir iş yaptıracağında erkek ona başvururmuş. Kadının ilk işi bütün ev halkının giyimini sağlayacak kumaşları dokumakmış. Lydia'nın doğusundaki Maionia gibi Anadolu bölgelerinde ince nakış işlerinin de yapıldığı olurmuş. Erhat, Anadolulu kadınların daha basit bir yaşam süren Akha kadınlarından çok üstün olduğu yorumunu yapıyor. Homeros Troyalı kadınlar için 'helkesipeplos' sıfatını kullanarak elbiselerinin yerlerde süründüğünü söylüyormuş. Kadınların giysilerinde Girit fresklerinde görüldüğü gibi göğsü yukarı kaldıran kemerler bulunur, kadınlar memelerini iri göstermek için bir çeşit korse takarlarmış. Kadınlar süslerine de düşkünmüş, Hisarlık kazılarında altın gerdanlıklar, yüzükler, iğneler bulunmuş. İnsanlar temizliğe de düşkünmüş, erkekler yolculuk ve savaş dönüşü banyo yaparlarmış. Homeros dünyasında kadın yemek pişirmeye karışmıyormuş. Hayvanları erkekler kesiyor, etlerini şişleyip onlar pişiriyormuş. Kadınlar erkeklerin şölenine katılmayarak yemeklerini kadınlar katında yermiş. Tanrılar dünyasında durum farklıymış. Olympos'ta kurulan sofralarda tanrıçalar erkeklerin yanında yer alır, onlarla birlikte yiyip içermiş. Homeros destanlarında anayla oğul, anayla kız arasında tadına doyulmaz sevecenlik ilişkileri canlandırılıyormuş. Erhat bunu, merkezi Anadolu'da bulunan anaerkil bir toplum düzeninin kalıntıları olarak açıklıyor. Troya'daki aile yaşamının uyumundan, ihtiyar Priamos'un oğulları, gelinleri, kızları, damatları ile birbirini seven, sayan, destekleyen bir topluluk olduğunu söylüyor. (41)

....

Anlatım.



Azra Erhat Homeros, Troya, İlyada, tanrılar ve insanlar üzerine yazdıklarından sonra destanın anlatım özelliklerini inceliyor. Kimin nasıl anlattığını araştırıyor. Çeviri sırasında yaşadığı zorluklardan söz ediyor.

Önce kimin anlattığını sorarak "İlyada'yı anlatan adam bu öyküyü kendi ağzından anlatsa, herhalde kendinin kim olduğunu daha kesince belirtir, biz de Homeros var mıydı, yok muydu, destanı bir ozan mı, birçok ozan mı yarattı diye sonuçsuz, verimsiz tartışmalara girişmezdik" diyor. Musa'ya şu seslenişle başlayan destanı anlatanın kim olduğunun metinden belli olmadığını söylüyor:

"Söyle, tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus'un öfkesini söyle."

Homeros'un İlyada'nın yalnızca ikinci bölümümünün bir yerinde "ben" diyerek konuştuğunu, ancak bu parçanın ona ait olup olmadığının pek bilinmediğini, tarihsel çağlarda bilinmeyen birçok kentin adını sayan Gemi Katalogu'nun İlyada'ya sonradan eklenmiş bir bölüm olabileceğini belirtiyor. Homeros hakkında kimin anlattığını değil, nasıl anlattığını sorarak bilgi edinebileceğimizi söylüyor. (42)

İlyada düz akışlı bir anlatmaymış. Odysseia'deki gibi geriye dönen, anılara dayanan bir anlatış değilmiş, savaşın 51 gününde geçen olaylar zaman sırasına göre anlatılıyormuş. Ama Erhat İlyada'da değişik uzunluk ve önemde ek öykülerin, yineleme ve gerilemelerin bulunduğunu, bazı anlarda geriye atlandığını, Troya efsanelerinin çoğunun bu şekilde anlatıldığını, destanın yirmi sekiz yüzyıllık süreyi aşıp Batı edebiyatının en büyük eseri olarak bize ulaşmasında zaman akışına bağlı kalmaksızın anlatılan bu olayların payı olduğunu belirtiyor. Homeros'un anlatmakla kalmayıp kişiler, yerler ve eşyalarla ilgili kaynakları da ince ayrıntılarıyla tanımlayıp bildirdiğini söylüyor. Hephaistos'un Akhilleus için yaptığı silahların üç yüze yakın dizede anlatılması örneğini veriyor.(43)

İlyada'da anlatmadan çok konuşma varmış, yiğitler savaşta ve toplantıda hep konuşurlarmış. Homeros benzetmeleri de sıklıkla kullanıyormuş. Ordunun yürüyüşünü, bir yiğidin davranışını canlandırmak için onu doğanın bir manzarasına benzetiyormuş. Destanlarda kullanılan dil hiçbir zaman kullanılmamış, biröok lehçenin katıştığı bir sanat diliymiş. İlyada metni Peisistratos zamanında Atina'da ele alınarak kopya edilmiş, destanın dili bu sırada Atina diline uydurulmuş, böylece İonya lehçesiyle yazılmış İlyada ve Odysseia'ya bir çeşit Attika cilası sürülmüş, bu yüzden İskenderiye çağında Aristarkhos gibi büyük bir bilgin, Homeros'un Atinalı olduğuna inanabilmiş. Homeros'un kullandığı sıfatların birçoğu daha eski dil tabakalarından geliyormuş. Ozanın anlamını bilmeden ve düşünmeden kullandığı 'İnek gözlü Hera', 'baykuş gözlü Athena' gibi sıfatların tanrılara hayvan biçiminde tapınılan Homeros öncesi çağlardan kalmaymış. Erhat, dil ve vezin uyumunun etkisinin birlikte düşünüldüğünde Homeros'u Yunanca aslından okuyup dinlemenin nasıl büyük bir zevk vereceğinin sezilebileceğini, Homeros destanlarında altılı veznin en güzel, en değişik biçimlerine rastlandığını söylüyor. İlyada'nın Yunanca aslından çevrildiğini, çağdaş dillerin hiçbirinin özgün vezni vermeye uygun olmadığını, yine de düz bir yazı dili kullanmaktansa vezinsiz olmakla birlikte bir çeşit nazım uyumu tutturacak dize kalıplarına gitmeyi seçtiklerini belirtiyor. Çeviri için temel aldıkları metinlerin adlarını veriyor, Paul Mazon'un İlyada metni ve Fransızca çevirisini yararlandıkları kitapların başında sayıyor. (44)

Erhat kitabın önsözünü 1958'de yazmış. İlyada'yı Türkçeye çevirmenin uzun süredir emeli olduğunu, eşsiz bir çalışma arkadaşı olan A.Kadir'in kusursuz bir Türkçeyle kurduğu şiir dilinin sağladığı katkıyı anlatıyor. Yirmi üç yıl sonra, 1981'de yapılan dördüncü baskıda çevirinin bir daha gözden geçirildiğini, gereken düzeltmelerin yapıldığını, İlyada çevirisinin iki de ödül, 1959 yılında Habib-Edip Törehan Bilim Ödülü ve 1961 yılında Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü aldığını söylüyor. Bu çeviriyle destanın kazı yeri ve uygarlık merkezi Troya'yla ilişkisinin saptandığını, Ege ve Anadolu'daki tarihsel anıt ve merkezlerin canlanmasının sağlandığını ekliyor. (45)

....

İlyada'dan esintiler.



Dönüp dönüp okunabilecek, her geçişte yeni yolculuklara çıkılabilecek bir kaynak. Dağlardan yirmi dört saat değişik rüzgarlar gelir ya hani günün yirmi dört saatinde, yılın üç yüz altmış beş gününde. İlyada'ya da her başlangıcınızda farklı bir sondan çıkabilirsiniz.

" Söyle, tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus'un öfkesini söyle.
Acı üstüne acıyı Akhalara o kahreden öfke getirdi.
ulu canlarını Hades'e attı yiğitlerin,
gövdelerini yem yaptı kurda kuşa.
Buyruğu yerine geliyordu Zeus'un,
ilk açıldığı günden beri araları
erlerin başbuğu Atreusoğlu'yla tanrısal Akhilleus'un." (46)

İlyada'nın elli bir gününün anlatımı böyle başlıyor. Geçmişin gizemli dünyasına, 28 yüzyıl öncesinin Ege sularına ve tepeden kıyıdaki Akha gemilerine bakan Troya kentine, denizin iki yakasındaki insanların sırlarına açılan kapı böyle aralanıyor. Okudukça Argos ve Mykene kralı Atreusoğlu Agamemnon'un ve Laomedon'un oğlu Troya kralı Priamos'un yaşadığı dünyaya gitmekle, Akhilleus'u, çok sevdiği Briseis'i, Menelaos'un karısı Helene'yi, onu Troya'ya getiren Priamos'un oğlu Paris'le kardeşi Hektor'u tanımakla kalmıyor, tanrıların katına çıkarak Zeus'la, kardeşi ve karısı Here'yle, erdem tanrıçası Athene'yle, aşk tanrıçası Aphrodite'yle, deniz tanrısı Poseidaon'la ve savaş tanrısı Ares'le de karşılaşıyorsunuz.

Akhilleus "Seni gidi edepsiz, çıkarına düşkün yürek!" diyerek Agamemnon'a çıkışıyor:

"Kargı salan Troyalılarla savaşa gelmiş değilim ben,
hiçbirşey yapmadılar, dokunmadılar bana onlar;
ne sığırlarımı çaldılar, ne atlarımı götürdüler,
ne de bereketli Phthie'de ekinlerimi çiğnediler.
Gölge veren dağlar var aramızda, uğuldayan deniz var."

Agamemnon'sa onu sayan çok adam olduğunu söyleyerek karşılık veriyor:

"Hep kavga dövüş, savaş işin gücün,
en iğrendiğim sensin Zeus'un beslediği krallar içinde." (47)

Akhilleus savaşa özlemiyle anlatılıyor:

"Ayağıtez Akhilleus, Peleus'un tanrısal oğlu, o sıra
tezgiden gemilerin yanında oturmuş, köpürüp duruyordu.
Ne ün veren toplantılara gidiyordu, ne savaşa,
olduğu yerde, öylece, yiyordu içi içini,
savaş naralarını, savaşı özleye özleye."

Akhilleus'un annesi Thetis, bir zamanlar amansız yıkımdan kurtardığı Zeus'tan kısa ömürlü oğluna değer vermesini istiyor:

"Saygısızlık etti Agamemnon, erlerin başbuğu,
aldı onur payını, yoksun bıraktı onu.
Olympos'lu yüce Zeus, bari onu sen say,
gücü Troyalılar tarafına koy, ne olur,
Akhalar saysınlar oğlumu, ününü yüce kılsınlar." (48)

Zeus karısı Here'yle arasını bozacak bu işi yapacağını gönülsüzce başını eğerek, işmar ederek, Thetis'e bildiriyor. Here denizler babasının kızı gümüş ayaklı Thetis'in onunla konuştuğunu anlayarak iğneliyor:

"Hangi tanrıyla neler alıp verdin ey düzenbaz?
Hep bensiz gizli işler düşünür, karar verir, hoşlanırsın." (49)

Homeros, öykünün ayrıntılarını anlatmaya başlıyor:

"Olympos'ta oturan Musa'lar, hadi,
söyleyin bakalım bana;
tanrısınız, her yerde varsınız, bilirsiniz her şeyi,
bizimse hiçbir şey bildiğimiz yok,
yalnız şurdan burdan birşeyler duyarız;
söyleyin bana, Danaoların başbuşları, komutanları kimlerdir?
Olympos'lu Musa'lar, Kalkanlı Zeus'un kızları,
İlyon'u saranları bir bir hatırlatmazsanız bana,
adıyla, sanıyla sayaman yığınla insanı ben,
on tane ağzım olsa, on tane dilim,
hiç kısılmayacak bir sesim olsa,
göğsümde tunçtan bir yüreğim.
Ama bütün gemileri, komutanları sayacağım gene de." (50)

Euboie'den gelen Abant'ları, güzel Atina'nın insanları Atinalıları, Mykene'de, Lakedaimon'un derin vadilerinde, Knossos'ta oturanları sıralamaya koyuluyor. Ardından Troyalılara, Dardanielilere, Mysialılara, Lykialılar ve diğerlerine geçiyor. Trakyalı şarkıcı Thamyris'ten, doksan gemiyi dizmiş Nestor'dan söz ediyor. (51)

"Musalar buluşmuşlardı eskiden Doiron'da,
Keseceklerdi Trakyalı Thamyris'in şarkısını.
Oikhalia'dan gelmişti Thamyris,
Oikhalia'lı Eurytos'un yanından,
kendine güveniyor, övünüyordu,
Kalkanlı Zeus'un kızlarını, Musa'ları bile
yenerim diyordu şarkı söylemede.
Onlar da kızdılar, kör ettiler onu,
tanrısal şarkıyı aldılar elinden,
çalgı çalmayı unutturdular ona.
Başlarında atları iyi süren Nestor var,
dizmiş doksan tane koca karınlı gemiyi." (52)

Savaş başlıyor.

"Her bir ordu, başta komutanları, sıra oldu.
Troyalılar yürüdüler kuşlar gibi, çığlık çığlığa,
turnalar göklere yükselir de hani,
kasırgadan, sağnak sağnak yağmurdan kaçıp
Okeanos akıntılarına doğru bağıra çağıra uçarlarsa nasıl
Pygme cücelerine korkunç bir savaş, ölüm, yokluk getirerek şafak vakti.
Akhalar da ateş püsküre püsküre.
birbirlerine yardım için yana yana,
yürüyorlardı sessiz sedasız." (53)

Tanrı yüzlü Aleksandros, Paris, avına bakan bir aslana benzeyen Menelaos'la karşılaşınca yüreği ağzına geliyor:

"Dağlarda insan bir yılan görür de hani,
nasıl irkilir, bir titreme alırsa gövdesini,
yüzünü bir sarılık kaplar da gerilerse nasıl,
Aleksandros işte öyle korktu Atreusoğlundan,
Troyalıların kalabalığından daldı içeri." (54)

Kardeşi Hektor onu azarlıyor:

"Amma da hoşlanacak gür saçlı Akhalar
güzelliğine bakıp soylu bir öncü saydıkları adamın
görünce aslında tabansız, korkak, kof olduğunu.
Böyleyken, yoldaşlarını toplayıp
enginleri aşan gemilerle nasıl açıldın denize,
nasıl karıştın yaban ellere, nasıl kaçırdın ta uzak ülkelerden,
kargı salan erlerin gelini, güzel yüzlü kadını;
baş belası yaptın onu babana, halkımıza, ilimize,
sevindirdin düşmanlarını tekmil,
rezil kepaze ettin kendini." (55)

Dışarıda savaş, içeride yaşam sürüyor:

"İris sofada buldu Helene'yi,
büyücek bir kumaş dokuyordu,
ıpışıldı kumaşın iki yüzü de,
üstüne savaş resimleri işlemedeydi bür sürü,
atları iyi süren Troyalılar
tunç zırhlı Akhalar arasındaydı bu savaşlar,
Helene uğruna Ares getirdiydi başlarına." (55)

Helene Batı kapılarının üstündeki kuleye çıktığında Troyalı ulular şu kanatlı sözleri söylüyorlar usulcacık:

"Troyalılarla Akhaların, böyle bir kadın için
yıllardır acı çekmeleri hiç de ayıp değil.
Yüzüne bakan ölümsüz tanrıçalara benzetir onu.
Ama gene de binse gemiye keşke gitse,
gitse de, bizi, çocuklarımızı belaya sokmasa." (56)

Priamos Helene'yi çağırarak onun suçlu olmadığını, kan ağlatan savaşı tanrıların getirdiğini söylüyor. Akhalarla ilgili sorular soruyor, Helene karşılıklar veriyor:

"Atreusoğlu gücü yaygın Agamemnon'dur bu adam,
hem iyi bir kral, hem güçlü bir cenkçi.
Bir zamanlar kaynımdı benim, ben köpek gözlününü,
ya, bir zamanlar öyleydi işte." (57)

"Çok akıllı Odysseus'tur o, Laertes'in oğlu,
kayalık İthake halkı arasında doğdu büyüdü." (57)

Aleksandros'la Menelaos, Helene için dövüşmeye hazırlanıyorlar:

"Aleksandros'la Menelaos, Ares'in sevdiği,
vuruşacaklar kargılarıyla, bu kadın için.
Kim üstün gelir kazanırsa zaferi,
alacak bütün malını, kadını götürecek evine.
Ant içecek, dost olacak ötekiler de.
Biz toprağı bereketli Troya'da kalacağız,
onlar da at besleyen Argos'a dönecekler,
güzel kadınlı Akha topraklarına." (58)

Kadınlarla erkekler, tanrıçalarla tanrılar, gençlerle yaşlılar, savaşçılarla bilgeler sahnelere giriyor, çıkıyor. Aphrodite Helene'nin göğsünde yüreğini oynatıyor. Helene "neden hep baştan çıkarmak istersin beni?" diye sorarak yüksek tavanlı yatak odasına gidiyor, bir iskemleye oturuyor, ağır sözler ediyor, Paris karşılık veriyor:

"bugün Menelaos, Athene eliyle beni yendiyse,
bakarsın ben de onu yenerim bir gün,
bizden yana da tanrılar var.
Seninle sevişelim gel şu döşekte,
sevgi hiç dolmamıştı içime bu kadar.
Denizleri aşan gemilerle şirin Lakedaimon'dan
seni kaçırıp, kayalık adada,
döşekte sarmaşdolaş olduğumuz gün bile
şu anda sevdiğim gibi sevmedim seni.
Tatlı istek hiç sarmadı beni böylesine." (59)

Tanrılar savaşın kaderini tartışıyor, Here öfkesini göğsünde tutamıyor:

"Korkunç Kronosoğlu, ne biçim söz bu?
Ben bunca alın teri dökeyim, didineyim,
Priamos'un çocuklarını yok etmek isteyeyim,
ordular toplayayım, atlarımı yorayım,
sen kalk boşa çıkar emeklerimi." (60)

Bulutları devşiren Zeus çok kızıyor:

"A şeytan karı, ne diye kızarsın onlara böyle,
düzenli İlyon'u yerle bir etmek hırsı da ne?
Priamos'la çocuklarının sana ettikleri ne ki?" (61)

Atları iyi süren Troyalılar, güzel dizlikli Akkhalar gökyüzünü gözleyerek başlarına gelecekleri anlamaya çalışıyorlar:

"Ne o, zorlu savaş, kargaşalık mı gene?
Yoksa savaşları doğuran, yöneten Zeus
araya yeniden dostluk mu salacak ne?" (62)

Bir yıldız gibi ışıklar saçarak yeryüzüne inen Pallas Athene kargıcı Laokodos'un kılığına giriyor, Pandaros'u bulup onu kandırmaya çalışarak aklını çeliyor:

"Lykaon'un yiğit oğlu, dinler misin beni,
tezgiden bir ok atar mısın Menelaos'a" (62)

Pandaros yabanteke boynuzundan parlak yayını toprağa dayayıp geriyor, okluğun kapağını kaldırıp hiç atılmamış kanatlı bir ok çıkarıyor, kirişin üzerine yerleştiriyor, gerip bırakıyor:

"Yuzyuvarlak gerilince gıcırdadı koca yay.
Kiriş inledi, sivri ok fırladı birden,
Uçtu kalabalığa doğru, vınlaya vınlaya." (63)

Ok Menelaos'un etine bir parça girince akan kara kan onun biçimli bacaklarını, güzel bileklerini boyayınca Agamemnon donup kalıyor:

"Demek bu anlaşmayı sen ölesin, diye yaptım, kardaşım,
Troyalılara karşı Akhaların önünde kodum seni tekbaşına." (64)

Bir zamanlar savaşta çok usta olan yaşlı Nestor adamlarını dizip savaşa kışkırtıyor, öğütler veriyor:

"önce arabalarıyla atlılar,
arkada soylu yayalar bir sürü,
dizilmişlerdi savaşta kale olmak için.
İster istemez, zorla savaşsınlar, diye
korkakları orta yere koymuştu." (65)

"Savaşmaya kalkmasın kimse en önde tekbaşına,
uzağa gitmesin iyi sürücüyüm, yiğitim diye
sonra kesilir hepten gücünüz." (65)

Kral Agamemnon kanatlı sözlerle sesleniyor:

"İhtiyar, sende bu ne yürek böyle,
bu güç bacaklarında da olsa keşke,
dizlerin de yüreğine tıpatıp uysa.
Oysa kaçınılmaz bir yaşlılık kemiriyor seni." (65)

Nestor "ben de isterdim Eurythalion'u öldürdüğüm günkü gibi olmayı" diyerek karşılık veriyor:

"O günler gençtim, şimdi yaşlılık çöktü üstüme.
Ama karışacağım atlar arasına gene de,
onlara yol gösterme gücüm ve sözüm var.
Yaşlıların üstünlüğü bundan başka ne ki.
Kargıları delikanlılar kullansınlar,
güvenir onlar güçlerine,
savaşa benden iyi yatar elleri." (65)

Atreusoğlu Agamemnon seviniyor, başkalarına geçiyor, atları kamçılayan Peteusoğlu Menesthaus'la, çok akıllı Laertesoğlu Odysseus'la, taşkın canlı Tydeusoğlu Diomedes'le konuşuyor. (66)

Savaş kızışıyor. Danaolar durmadan geliyor. Her sıraya bir önder komuta ediyor, erler sessiz soluksuz yürüyor. Troyalılar ak sütleri sağılırken zengin bir ağanın ağılında sürü sürü duran koyunlar gibi bekliyorlar. Her birinin dili başka başka, ayrı yerlerden gelmişler. Kimini Ares, kimini gök gözlü Athene kışkırtıyor. Sonra Korku ve Bozgun. Sonra bir de kızgın kavga, insan öldüren Ares'in yoldaşı. İnsanları birbirine katan savaşı gene ortalığa salıyor, insanlara yürüyor, iniltiler yükseliyor. Hep birden alana yığılıp kapışıyorlar, kalkanlar kargılar kıyasıya vuruşuyor, ölenlerin iniltisi öldürenlerin çığlığı göklere çıkıyor, toprak kan ırmağı oluyor, insanların korkuları gürültüleri birbirine karışıyor, önce en önde vuruşan Thalysiosoğlu Ekhepolos'u Antilokhos yakalıyor, gür yeleli tolgasının tepesine vuruyor, iki gözünü kapkaranlık ediyor, kargaşalığın içine bir duvar gibi yıkıyor. Bir yığın Troyalıyla bir yığın Akhalı o gün tozun toprağın içine sırt sırta, yan yana seriliyorlar. (67)

Satırlarda gezdikçe sahneye farklı diyarlardan yeni insanlar çıkıyor. Çoğu da hızla savaşın yeni kurbanları oluveriyorlar. Troyalılara saldıran dev yapılı Diomedes insan güdücüler Astynoos'la Hyperion'u ağına düşürüyor. Birini tunç kargısıyla tam memesinin altından vuruyor, diğerinin omzuna kocaman kılıcını saplıyor. Onları orada öylece bırakıp Abas'la Polyidos'un peşine düşüyor, babaları yaşlı yorumcu Eurydamas düşü yoramıyor, Diomedes her ikisinin de canını alıyor. Bitkin, yaşlılık içinde tükenmekte olan, malını mülkünü bırakmak için başka çocuk yapamayan Phainops'un körpecik oğulları Ksanthos'la Thoon'un üstüne yürüyor. Onları da öldürüp canlarını alıyor. Oğullarının savaştan sağ gördüğünü görüp onları karşılayamayacak babaya kara günlerle gözyaşı bırakıyor. Phainops'un malı mülkü hısım akrabaya kalıyor. Sonra Dardanos'lu Priamos'un iki oğlunu, Ekhemmon'la Khromios'u ağına düşürüyor:

"Kırda nasıl bir arslan sığır sürüsüne saldırır da,
bir ineğin, bir buzağının ensesinden yapışıp koparırsa kafasını,
Tydeusoğlu da, tıpkı onun gibi, hiç acımadan,
yuvarladı onları arabadan aşağı." (68)

Lykaon'un alımlı oğlu Pandaros yaşlı Lykaon atları, arabayı almasını istediğinde sözünü dinlemediği için yakınıyor, "yepisyeni, kız gibi" on bir arabanın Lykaon'un sarayında durduğunu söylüyor. Tydeusoğlu'nu kalkanından vuruyor, Diomedes hiç sarsılmıyor, o da kargısını savuruyor. Athene kargıyı burna doğru, gözün alt yanına yöneltiyor. Aineias Akhalar alıp götüremesin diye gücüne güvenen bir aslan gibi çevresinde dolaşıyor. Tydeusoğlu eline bir taş alıp Aineias'ı kalçasından vuruyor. Zeus'un kızı Kıbrıslı tanrıça Aphrodite, Aineias'ın da anası, keskin gözleriyle onu görüyor. Sevgili oğlunu götürmeye çalışıyor. Gür naralı Diomedes can alıcı kargısıyla Aphrodite'i kovalıyor:

"Çekil Zeus'un kızı, çekil savaştan,
kadıncıkları baştan çıkarmak yetmez mi sana?"

Tanrıça kendinden geçiyor, çekilip gidiyor. Kızgın Ares'i bulup sevgili kardeşine yalvarıyor:

"Ne olur koru beni, ver atlarını, canım kardaşım,
döneyim tanrıların yurduna, Olympos'a,
bak, çok acıyor yaram,
Tydeusoğlu, ölümlü bir insan açtı bu yarayı,
Birazdan Zeus babaya karşı da savaşacak o."

Tanrıların yurduna varınca Aphrodite, anası Dione'nin dizlerine kapanıyor. Dione kollarıyla kızını sarıyor, okşuyor, diller döküyor, ona hangi tanrının kıydığını soruyor. Cilveli Aphrodite diyor ki:

"Tydeusoğlu taşkın canlı Diomedes vurdu beni,
sevgili oğlumu, Aineias'ı çekiyordum savaştan;
tekmil insanlar arasında onu severim en çok."

Dione kızına dişini sıkmasını, bağrına taş basmasını, Olympos'ta saray kurmuş tanrıların insanlardan çok çektiğini, epey de birbirlerine çektirdiklerini söylüyor. Kalın zincirlere vurulan Ares'in, sağ memesi altından üç çatallı bir okla vurulan Here'nin, ölüler ülkesinin kapısında omzuna güçlü sivri ok giren Hades'in yaşadıklarını anlatıyor. İki eliyle Aphrodite'nin bileğindeki özü siliyor, yara iyi oluyor, ağır acılar diniyor. Gök gözlü tanrıça Athene durumu Kronosoğlu Zeus'a söylüyor.
İnsanların ve tanrıların babası altın Aphrodite'yi yanına çağırıp uyarıyor:

"Cenk işleri sana vergi değil, yavrum,
sen evliliğin gönül açan işlerine ver kendini,
çevik Ares'le Athene uğraşacak savaşla."

Savaş Akhaların üstünlüğüyle sürüyor. Sarpedon tanrısal Hektor'a çıkışıyor:

"Nereye gitti senin eski gücün?
Ordusuz, yardımcısız koruyacaktın kenti hani,
kayınlarınla, kardeşlerinle, tek başına?
Ama şimdi göremiyorum onların hiçbirini,
sinmişler arslan karşısında köpekler gibi."

Troyalılar dönüp Akhalara karşı duruyorlar. Sarışın tanrıça Demeter azgın rüzgar altında buğdayı kepekten ayırdığında kepek yığınları nasıl bembeyaz olursa, arabacılar döndüklerinde atların ayakları altından tunçtan göklere yükselen tozlara Akhalar öyle bulanıyor.

Argos ve Mykene kralı Atreusoğlu Agamemnon Troyalılara karşı hiç kımıldamadan duran Danoların arasına giriyor, kalabalığı dolaşıyor, buyuruyor:

"Erkek olun dostlar, erkek olun,
bırakmayın karşı koyma gücünüzü,
çetin savaşlarda birbirinizi utandırın,
utanan insanlarda sağ kalanlar ölülerden çoktur,
kaçanlarınsa ne karşı koyma gücü kalır, ne ünü."

Homeros Akhaların, Danaoların, Troyalıların, Lykialıların, dört bir yandan gelip savaşa tutuşan yiğitlerin yaşam ve ölüm öykülerini anlatmayı sürdürüyor:

"Aineias da avladı Danaoların yiğit erlerini,
Diokles'in iki oğlu Kreton'la Orsilokhos'u,
babaları düzenli Phere'de otururdu,
vardı bir sürü malı mülkü,
Pylos topraklarında yayıla yayıla akan
Alpheios Irmağından gelmeydi soyu."

"Amphios, Paisos'ta otururdu.
tarlası vardı, bir hayli de malı mülkü,
Priamos'la oğullarına yardım etsin diye getirmişti, kader onu,
Telamonoğlu Aias vurdu onu kemerinden,
saplandı uzun gölgeli kargı göbeğin altına.
küttedek toprağa düştü."

"İşte böyle zorluk çekiliyordu azgın savaşta."

Tlepolemos Lykialıların danışmanı Sarpedon'a niye geldiğini, zorunun ne olduğunu sorup anlatıyor:

"Yiğit babam Herakles nerde, sen nerdesin.
Bir zamanlar, Laomedon'un atları uğruna
altı gemiyle buraya gelmişti o,
çok az adam vardı yanında,
İlyon'u altüst etmiş, sokaklarında insan komamıştı.
Oysa senin yüreğin hepten kof,
bu yüzden adamların yok olup gidiyor işte."

Zeus'un oğlu Sarpedon Hektor'u görünce seviniyor:

"Priamosoğlu, bırakma beni, yem olmayayım Danaolara,
madem evime, sevgili baba toprağıma dönmek yok,
madem sevgili karımı, yavrumu sevindirmek yok,
koru beni, ömrüm sizin ilinizde sona ersin varsın."

Argoslulara saldırmak için can atan Hektor bir şey demeden geçip gidiyor. Onun yumruğu altında ezilen Argoslular ne dönüp karanlık gemilerine kaçabiliyorlar, ne de savaş alanına saldırabiliyorlar. Ares'in Troyalılarla bir olduğunu görüp geriliyorlar, pusuyorlar.

Zorlu savaşta Argosluların kırıldığını gören ak kollu tanrıça Here gök gözlü tanrıça Athene'ye kanatlı sözlerle sesleniyor:

"Eyvah, Kalkanlı Zeus'un gücü tükenmez kızı,
göz yumarsak uğursuz Ares'in çılgınlık etmesine,
Menelaos'a boşuna söz vermiş olacağız.
Güzel surlu İlyon'u yok edip yurduna dönecekti o.
Gel takınalım saldırma gücümüzü."

Athene altın alınlıklı atları arabaya koşup işe koyulurken Here Olympos'un en sivri yerinde bulduğu tanrıların en ulusu Kronosoğlu Zeus'a soruyor:

"Zeus baba, kızmıyor musun Ares'in bu zorbalığına?
Akhaların bir sürü iyi erlerini yok etti körükörüne,
ne sağı var onun, ne solu.
Ben üzülüp dururken burada,
Kıbrıslı tanrıçayla Apollon, gümüş yaylı,
bu hak bilmez akılsız tanrıyı salıyorlar savaşa,
kendileri de yaşıyorlar keyiflerince.
Bir tokat aşkedip, savaştan atarsam Ares'i
gücenir misin bana, Zeus baba, söyle."

Zeus'tan aldıkları izinle yola koyuluyorlar:

"Tanrıçalar, Argoslulara yardım için can atarak
ürkek güvercinler gibi gidiyorlardı seke seke.
Gelip durdular en çok yiğit nerede varsa.
Kral Diomedes'in çevresini sarmıştı yiğitler,
çiğ et yiyen arslanlar gibiydi onlar,
güçlü yabandomuzları gibiydiler."

Argosluları kışkırtıp savaşma gücü veriyorlar:

"Utanın Argoslular, utanın be,
görünüşte alımlı, gösterişlisiniz ama
aşağılık, korkak heriflersiniz gerçekte.
Tanrısal Akhilleus savaştayken, Troyalılar,
çıkamazdı Dardanos kapılarından dışaı,
ödleri kopardı onun amansız kargısından.
Şimdiyse çıkmışlar kentin dışına,
koca karınlı gemilerin yanında savaşmadalar."

Tanrıçaların destek verdiği Argoslularla Troyalılar çarpışırken savaş tanrısı Ares de Pallas Athene'nin yönelttiği kargıyla karnından yaralanıyor:

"Ares kavgasına tutuşmuş dokuz on bin kişi,
savaşta nasıl bağırır çağırırsa,
tunç Ares de öyle bağırdı.
Akhalarla Troyalıları yakaladı bir titreme."

Ares çabucak Tanrılar evi sarp Olympos'a varıyor, Kronosoğlu Zeus'un yanına oturuyor, canı yanıyor, çok acı çekiyor, yarasından akan ölümsüz kanı gösterip kanatlı sözlerle yakınıyor:

"Bu zorbalıklara kızmıyor musun Zeus baba,
biz tanrılar, en dayanılmaz acıları
hep de birbirimizden çekeriz,
insanların gönlü olsun diye."

Bulutları devşiren Zeus yan yan bakıp diyor ki:

"Böyle ağlaşıp durma dizimin dibinde, dönek,
Olympos'ta oturan tanrılar arasında
benim en iğrendiğim tanrısın sen,
hep hırgür, kavga, savaş işin gücün,
ele avuca sığmaz huysuzluğun, biliyorum,
anandan gelme sana, Here'den,
ben de ona zorla dinletirim sözümü,
onun öğütlerinden geldi başına, ne geldiyse." (69)

İnsanlar dünyasında savaş ve yaşam sürüyor:

"Kadınlar yalvarırken büyük Zeus'un kızına,
Hektor, Aleksandros'un güzel evine yürüdü.
Bereketli Troya'nın en iyi ustalarıyla
Aleksandros'un kendisi yapmıştı bu evi.
Ustalar, oturma ve yatak odaları,
bir de avlu yapmışlardı Paris'e.
Priamos'la Hektor'unkilerin tam yanıbaşındaydı.
Zeus'un sevdiği Hektor girdi eve,
on bir dirsek boyunda kargısı elindeydi,
tunç temren dolanmıştı altın bir halkayla,
önünde dörtbir yana ışıklar saçıyordu.
Yatak odasında buldu Paris'i,
güzel kalkanını, zırhını parlatıyordu,
yokluyordu kıvrık yayını.
Argos'lu Helene, köle kadınların ortasında oturmuştu,
ince el işleri yaptırıyordu hizmetçilere." (70)

Hektor sonra düzenli evine gidiyor, ak kollu Andromakhe'yi bulamıyor, hizmetçilerden karısının İlyon'un büyük kalesine çıktığını öğreniyor. Dışarı fırlıyor, düzgün sokaklardan gidip koca ili geçiyor, Batı kapılarına varıyor, tam ilin dışına çıkacakken armağanı bol karısı soluk soluğa önüne çıkıyor. Andromakhe'nin yiğit yürekli Eetion'un kızı olduğunu, Eetion'un ormanlık Plakos'un eteğindeki Thebe'de oturduğunu ve Kilikialı adamlara hükmettiğini öğreniyoruz. Arkasında memedeki yavrucağızı kucağında taşıyan dadı, Andromakhe Hektor'u karşılıyor. Hektor çocuğuna bakıp gülümsüyor. Andromakhe yanında ağlayıp duruyor:

"Ah kocacığım, bu hırs yiyecek seni,
yavruna, talihsiz karına acıma yok sende,
dul kalmama, biliyorum, az gün var,
Akhalar üstüne saldırıp öldürecekler seni.
Sensiz kalmaktansa toprak yutsun beni daha iyi."

Andromakhe'nin ağzından Homeros bir çırpıda onun Akhilleus'un öldürdüğü babasının ve yedi erkek kardeşinin öykülerini anlatıveriyor. (71)

İlyada'nın öyküsü yerde ve gökte sürüyor. İnsanlar göğe çıkamıyor ama tanrılar savaşın katına inip katılabiliyorlar. Gök gürleten Zeus, sarı rubalı Şafak yeryüzüne yayılırken çok doruklu Olympos'un en yüksek yerinde tanrılar kurultayını açıyor. Büyük gücünü, tanrıların ve tanrıçaların hep birden sarkıtacağı halatı çekerse onların hepsini, toprak ve denizle birlikte yukarı alıvereceğini anlatıyor. Diğerleri ağzı açık kalıyor. Akhalar barakalarında çarçabuk yemek yer yemez silahlarını kuşanıyorlar. Troyalılar da kentlerinde hazırlanıyorlar, daha azlar ama hepsinin içi gidiyor. Karıları ve çocukları için bu kavga. Kapılar açılıyor, ordu fırlıyor. Yayalar, atlılar derken bir gürültü, bir uğultu. Kutsal gün yeryüzünü kaplıyor. İki yandan kargılar hedefe vuruyor, iki yandan erler düşüyor. (72)

"Hektor, güzel yeleli atlarını koşturdu bir o yana bir bu yana,
gözlerinde Gorgo'nun bakışı vardı,
insanların başbelası Ares'in bakışı."

Here Athene'ye dönüyor:

"Eyvah, Kalkanlı Zeus'un kızı,
bak nasıl kırılıp gidiyor Danaolar.
Bir şeycik yapamaz mıyız onlara şu sıra,
bir adamın eli altında bitirsinler mi ömürlerini?
Şu Priamosoğlu Hektor'un öfkesi de
dayanılır şey değil hani.
İşledi durdu nice kötülükler." (73)

Bereketli toprağın üzerine kapkara gece serilince Hektor Troyalıları bir araya topluyor. Argosluları ve kıyıdaki gemilerini karanlığın kurtardığını söyleyip kara geceye boyun eğmelerini istiyor:

"Hep ateş yakalım gün ağarana dek,
aydınlıklar vursun ta göklere,
gür saçlı Akhalar fırsat bilmesinler geceyi,
denizin yaygın sırtında kaçamasınlar,
savaşmadan rahatça binemesinler gemilerine,
vurulsunlar okla, ya da sivri kargıyla, evlerinde bile unutamasınlar acısını.
Troyalılara kan ağlatan savaşı getirmeye
bundan böyle hiç kimse yanaşamasın." (74)

Binlerce ateşin her birindeki elli adam, büyük bir ordu, günün ışımasını bekliyor:

"ateşler de İlyon önünde,
gemilerle Ksanthos Irmağı arasında,
işte tıpkı öyle yanıyordu.
Binlerce öbek ateş parlıyordu ovada.
Elli adam vardı çevresinde her öbeğin.
Atlarsa, arabaların yanında, ayakta,
ak arpa, yulaf yiyerek
bekliyorlardı altın tahtlı şafağı." (75)

İlyada'nın her satırında yeni bir bilgi, özgün bir anlatım bulunabiliyor:

"Derken gür naralı Diomedes söz aldı, dedi ki:
'Önce sana çatacağım Atreusoğlu,
ey kral, darılmaca falan yok,
toplantıda bize verilen hak bu.' " (76)

"Yürek donduran kardeş kavgasını seven adam
saygısızlık eder soyuna, düzene, ocağına." (76)

"Yenilip içilince doyasıya,
yaşlı Nestor dokumaya başladı kafasındakileri.
Üstün görünürdü onun fikri herkesinkinden.
Düşüne taşına başladı söze, dedi ki:
'Erlerin başbuğu Agamemnon, ünlü Atreusoğlu,
seninle başlayıp seninle bitireceğim sözümü,
Buyruğunda bir yığın halk var,
değneği, yasaları verdi Zeus senin eline
yönetesin, çekip çeviresin diye halkı.
Nasıl söylemen gerekse dinlemen de gerek,
yürekten bir öğüt verirse sana biri,
en önce sen getirmelisin onu yerine,
sonunda senin malın olacak o öğüt nasıl olsa." (77)

Erlerin başbuğu Agamemnon vereceği armağanları sayıyor, ateşe değmemiş yedi tane üçayak, on külçe altın, yirmi tane pırıl pırıl leğen, ödül kazanmış on iki sağlam ayaklı at ve elleri her işe yatan güzellikte üstün yedi Lesbos'lu kadın. (78)

"vardılar Myrmidonların barakalarına, gemilerine,
buldular orada Akhilleus'u,
çalgısını çalıyor inceden inceden,
gönlünü eğlendiriyordu.
Güzel işlenmiş bir çalgıydı bu,
üstünde köprüsü gümüştendi,
Eetion ilini yıktığı gün almıştı kendine,
eğlendiriyordu onunla gönlünü
yiğitlik türküleri söyleye söyleye.
Patroklos oturmuş karşısında, ses çıkarmadan,
bekliyordu bitirsin, diye türküsünü." (79)

"Haydi Akhilleus, Zaus'un kızlarına saygı göster,
o saygı baş eğdirir soylu kişilere.
Armağanlar vermeseydi Atreusoğlu,
vereceklerini bir bir sayıp dökmeseydi,
sana kızgın kalsaydı eskisi gibi,
diyemezdim öfkeni at bir yana,
ocağına düşen Argosluları koru." (80)

Telemanoğlu Aias Agamemnon'un armağanlarını Akhilleus'a bildiriyor:

"Tanrılar kötü bir yürek koymuş göğsüne,
hem de bir tek kız için topu topu.
Oysa en seçkin yedi kız veriyoruz sana,
veriyoruz daha bir sürü şeyler." (81)

"Akhilleus uyudu sağlam barakanın dibinde,
bir kadın uzanmıştı yanına,
güzel yanaklı Diomede, Phorbas'ın kızı,
Akhilleus getirmişti onu Lesbos'tan.
Patroklos da yatıyordu öbür dipte,
güzel kemerli İphis vardı yanında,
Akhilleus vermişti ona o kadını
Enyeus ili sarp Syros alındığında." (82)

Agamennon Troyalılar'ın, Hektor da Akhalar'ın durumunu öğrenmek için gözcü gönderiyorlar:

Gür naralı Diomedes söz alıp diyor ki:

"Yiğit yüreğim bak ne diyor, Nestor,
şurdaki Troya ordusuna hadi dal, diyor,
hadi karış, diyor düşmanın içine.
Ama bir adam daha gelmeli benimle,
daha rahat olur o zaman içim,
kendime daha çok güvenirim." (83)

Agamemnon birlikte gideceği kişiyi kendisinin seçmesini istiyor. Gür naralı Diomedes kararını veriyor:

"Madem buyurdun arkadaşımı ben seçeyim,
tanrısal Odysseus'u nasıl tutarım gözden uzak,
her zora dayanır onun yüreği,
Pallas Athene de onu sever, sayar,
ateş içinden onunla geçer gideriz,
yol yordam bilen bir tek o var." (84)

Hektor da bırakmıyor Troyalılar uyusunlar, tekmil yiğitleri çağırıp topluyor. Dolon ses veriyor.

"Orda Dolon denen bir adam vardı,
tanrısal haberci Eumedes'in oğluydu,
çok altını vardı Dolon'un, çok tuncu,
görünüşü çirkindi, ama ayakları tezdi.
Beş kız kardeş arasında tek erkekti o.
Kalktı, Troyalılara, Hektor'a dedi ki:
'Yiğit yüreğim bak bana ne der, Hektor,
tezgiden gemilerin yanına var, der, haber al.' " (85)

Savaşın belirtileri hep sürüyor:

"Şafak yatağından, şanlı Tithanos'un yanından kalktı,
Ölümsüzleri, insanları ışığa boğacaktı.
Zeus, Kavga'yı yolladı Akhaların tezgiden gemilerine,
korkunç Kavga'nın elinde savaşın belirtisi vardı." (86)

"Mutlu bir adamın, buğday, arpa tarlasında,
orakçılar karşılıklı sıra olur yürürlerse nasıl,
biçip biçip yere düşürürlerse sarı başakları,
Troyalılarla Akhalar birbirlerine öyle saldırdı." (87)

Savaşın öyküsü, ölümün öyküsüdür. Dört bir yanda süren yaşamların saldırgan kralların ve acımasız tanrıların buyruğuyla Troya'da tutuştukları Ares'in kavgasıdır. İlyada, ölümün soğukluğunun ardında saklı yaşam öyküleriyle doludur:

"İphidamas zırhının altından, kuşağından vurdu onu,
bastırdı silahını, güvendi ağır eline,
ama delemedi alacalı kemeri,
temren dayandı gümüşe, büküldü kurşun gibi.
Gücü yaygın Agamemnon eliyle yakaladı kargıyı,
kızgın bir arslan gibi çekti kendine doğru,
İphidamas'ın elinden çekti aldı.
Sonra vurdu ensesine kılıcıyla, cansız kodu.
İphidams yıkıldı oracığa,
zavallıcık, savunurken yurdunu,
kızoğlankız aldığı karısından uzakta
dalıverdi tunç gibi ağır bir uykuya.
Karısına çok şeyler vermişti o,
ama doyamamıştı karıcığına,
ilk ağızda yüz tane sığır vermişti,
vereceğim demişti daha bin tane,
otlaktaki sürüler, keçilerle koyunlar da caba." (88)

"Az sonra bir arabayla iki eri ele geçirdiler.
Bunlar Perkote'li Merops'un oğullarıydı,
halkın en üstün yiğitleriydiler.
Merops bilicilikte geçerdi herkesi,
oğullarını kanlı savaşa bırakmak istememişti.
Ama onlar babalarını dinlemediler,
gittiler kara ölüm tanrıçalarının peşisıra.
Ünlü kargıcı Diomedes, Tydeusoğlu,
ikisini de yürekten, candan etti,
parlak silahlarını soydu aldı." (89)

Savaşta üstünlük Akhalarla Troyalılar arasında gidip gelir. Agamemnon'a kızıp kenara çekilen Akhilleus kavganın dışında kaldıkça, Kronosoğlu Zeus önlerini açmadıkça Akhalar zafer kazanamazlar. Akhilleus olup bitenleri bir yandan izler, arkadaşı Patroklos'u durumu öğrenmesi için gönderir. Patroklos kapıda göründüğünde Nestor ve arkadaşları masadadır:

"Durdular deniz kıyısında yele karşı,
gömleklerini ıslatan teri soğuttular.
Sonra girdiler barakaya, iskemlelere oturdular.
Güzel saçlı Hekamede bir karma içki hazırladı.
Akhilleus'un Tenedos'u yakıp yıktığı gün,
Nestor, Tenedos'tan alıp getirmişti Hekamede'yi,
ulu yürekli Arsinoos'un kızıydı Hekamede,
Akhalar Nestor'a seçmişlerdi onu,
Nestor dernekte herkesten üstündü.
Kadın önce bir masa çekti önlerine,
güzel bir masa, göktaşından, cilalı,
üstüne tunçtan bir kap koydu
bir de içkiye katık olacak soğanla sarı bal,
yanına da kutsal buğdaydan yapılmış ekmek koydu,
bir de iki ayaklı çok güzel bir kupa.
Altın kakmalıydı kupanın üstü,
kulpu vardı tam dört tane,
gagalıyordu her kulpu altından iki kumru." (90)

Nestor Patroklos'un sorusuna uzun uzun karşılık verir.

"Zeus'un ağzından ulu anasının getirdiği
alınyazısından kaçmak isterse yüreğinde,
durmasın, ileriye seni salsın,
Myrmidonların öbür ordusu da gelir arkandan,
bakarsın Danaolara bir ışık doğuverir." (91)

Yüreği göğsünde oynayan Patroklos koşmaya başlar. Tanrıların ve insanların karıştığı savaş bir yandan acımasızlığıyla sürer. Zeus Troyalılarla Hektor'u gemilerin yanına getirir, onları orada acılarla baş başa bırakıp ışıltılı gözlerini uzaklara çevirir. At besleyen Trakyalıların toprağına, göğüs göğüse dövüşen Mysialılara, sütle beslenenşanlı Hippemolgolara, insanların en doğruları Abiolara bakar. Bir ölümsüzün artık Troyalılarla Danaolara yardıma gidemeyeceğine inanır, ama yeri titreten güçlü tanrı birdenbire sarp kayalardan aşağılara iner:

"Koca dağlar, ormanlar tir tir titredi
ölümsüz ayakları altında Poseidon'un.
Üç adım attı, vardı Aigai'ya dördüncü adımda.
Ünlü bir evi vardı Aigai'da, denizin dibinde,
tekmil altındandı bu ev, pırıl pırıl,
hiç eskimezdi, yok olmazdı."

Poseidon denizin dibinden çıkarak Argosluları kışkırtır, önce Aias'lara, iki ateşli yiğide seslenir:

"Aias'lar, siz kurtarın Akha ordusunu,
haydi durmayın, can verin saldırma gücünüze,
yürekleri donduran bozgunu çıkarın aklınızdan." (92)

Toprağı kuşatan, yeri sarsan tanrıyı çevik ayaklı Oileusoğlu Aias tanır:

"Hey Aias, bilici kılığına girmiş bir tanrıdır
bize gemilerin yanında dövüşmeyi buyuran,
Olympos'ta oturan tanrılardan biri,
Kalkhas değil o, tanrılara danışan bilici değil.
Uzaklaşırken kolayca arkadan tanıdım onu,
ayaklarıyla bacaklarının gidişi tanrı gidişi.
Tanrıları tanımak pek de zor değil öyle." (93)

Homeros savaş çabaları karşısında acınmayan insan varsa yüreğinin taştan olduğunu söylüyor:

"Harlayan boralarla kasırgalar burgaçlanır da hani,
yollarda toz topraktan göz gözü görmezse nasıl,
yel nasıl toprağı çevirirse kocaman bir buluta,
savaş da öyle oluvermişti, tıpkı bir insan yığını.
Can atıyorlardı sivri kargılarıyla birbirlerini öldürmeye.
İnsanları yok eden savaş ürperiyordu,
ellerde tutulan keskin uzun kargılarla.
Yığın yığın ilerliyordu ordular, tolgaların tunç ışıltılarından gözler kamaşıyordu,
yeni parlatılmış zırhlardan, parlak kalkanlardan.
Varsa bu çaba karşısında sevinen, acınmayan,
taştandır yüreği o insanın." (94)

İlyada'da Akhalar Troya'yı kuşatıyor. Azra Erhat'ın yorumuna göre Homeros, destanı Akhaların torunlarına anlattığı için onların duymak isteyeceği biçimde dile getiriyor. Erhat yine de Homeros'un Troyalılar'a olumlu bakışının gözden kaçmadığını söylüyor. Troyalılar kentlerini savunuyorlar, ama Akhaların gemilerinin yanına giderek saldırıyorlar da. Menelaos'un sözleri de kazanan yanın duymak istedikleri için kurgulanmış olabilir:

"Dönün geri, saygısız Troyalılar, işte böyle,
bırakın çevik atlı Danaoların gemilerini,
korkunç savaş çığlıklarına hiç doymadınız,
kalmadı bize yapmadığınız tek kötülük,
nasıl da yaktınız benim canımı, pis köpekler,
gürleyen Zeus'un ağır öfkesinden hiç korkmadınız,
konukları koruyan Zeus bir gün yok edecek ilinizi.
Alıp götürdünüz asıl karımı, bir süre malımı,
oysa karım size iyilik ettiydi, sizi konukladıydı.
Şimdiyse aklınız fikriniz yok edici ateşte,
işiniz gücünüz denizler aşan gemilerimizi yakmak,
insanları yemek, Akha yiğitlerini tepelemek.
İstediğiniz kadar susayım savaşa,
bir gün duracaksınız, soluğunuz kesilecek.
Zeus baba, akıldan yana en üstünsün derler sana,
insandan da üstünsün derler, tanrıdan da,
ne gelirse senden gelir, senden olur ne olursa,
ama aklım ermez şunlara üstünlük bağışlamana.
Bunlar tanrı yolundan çıkmışlar bikere,
canlara kıyan savaşa doymak bilmezler.
Her şeyden bıkar insan, ama her şeydeni
uyumaktan, sevişmekten, tatlı türküden, horadan,
savaştan çok bunları özlemez mi kişi?
Ama Troyalılar bir türlü doymak bilmez savaşa." (95)


Öte yandan, insanların acıları ve seçimleri İlyada'da her an karşımıza çıkıyor. Bilici Polyidos'un oğlu Eukhenor varlıklı, iyi bir adam. Evi Korinthos'ta. Gemiye korkunç ölümünü bile bile binip geliyor. İyi yürekli yaşlı Polyidos'un haber verdiği iki ölümden kolay olanını seçiyor. Babası ya kötü bir hastalıkla sarayında eriyip gideceğini, ya da Akha gemileri arasında Troyalıların silahlarıyla can vereceğini söylüyor. O da amansız hastalıktan kaçıp geliyor, yüreğinde acı çekmek istemiyor. (95)

Üstünlük ve ölüm iki yan arasında gidip geliyor. Troyalılar okların, taşların altında bunalıp gemilerden, barakalardan uzaklaşacağı sırada Pulydamas, Hektor'a akıl veriyor:

"Sen kendine mal edemezsin her üstünlüğü,
tanrı üstünlüğü kimine savaşta verir,
kimine oyunda, çalgı çalmada kimine türkü söylemede,
kiminin de göğsüne üstün bir düşünme gücü koyar,
çok adam yararlanır ondan,
bu güçle kurtarır birçok insanı,
en çok da kendi bilir değerini bunun." (96)

Hektor, güzel saçlı Helene'nin kocası Aleksandros'u gözyaşı döktüren savaşın sol yanında, arkadaşlarına yürek verir, savaşa zorlarken buluyor. Yanına varıp azarlıyor. Aleksandros da karşılık veriyor:

"Seni alçak, seni parlak oğlan, seni çapkın,
seni ırz düşmanı seni!
Söyle bakalım, Deiphobos'la güçlü önder Helonos nerede,
nerde Aiosoğlu Adamas, Hyrtakes'in oğlu Asios, Otyrneus nerde?
Şu anda yıkıldı yüksek İlyon temelinden,
şu anda açıldı senin önünde ölüm uçurumu." (97)

"Hektor, öfkenden suçluyorsun suçsuz adamı.
Bir gün ben savaştan kaçacak olmuştum, ama
şimdi kaçmam, anam beni büsbütün korkak doğurmadı.

Yola çıkıp savaşın en kızgın yerine geliyorlar. Aias büyük adımlarla yürüyüp sesleniyor, meydan okuyor. Hektor karşılık veriyor. Yolu açıp yürüyor. Öbürleri arkasından geliyor. İki ordunun naraları göklere çıkıyor, yukarlara, Zeus'un ışınlarına ulaşıyor. (98)

Tanrılar ne yapmak istiyorlar? Bu soruya bir yanıt bulmak kolay değil. İnsanlarla oynuyorlar mı, onların da karşı koyamadıkları bir kaderleri mi var? Niçin Olympos'ta güçlerinin verdiği rahatlıkla barış içinde yaşamıyorlar da sürekli çatışıp duruyorlar? Here Danaolar için Zeus'un öfkesini üzerine çekmeyi nasıl göze alabiliyor?

"Düşünüp duruyordu inek gözlü ulu Here,
nasıl çelebilirim diyordu Kalkanlı Zeus'un aklını.
Derken en iyi yol şu göründü gönlüne:
Süslenip püslenip İda'ya gidecekti,
belki Zeus onu koynuna alıp sevişmek isterdi,
o zaman dökerdi üstüne ılık, tatlı uyhuyu,
gözkapaklarını, düşünen aklını örterdi."

Here oğlu Hephaistos'un ona yaptığı odada hazırlanıyor. Gövdesindeki kirleri tanrısal merhemle siliyor. Tanrılara yakışan, göklere tapınaklara yayılan kokulu yağla öğunuyor. Elleriyle saçlarını tarıyor. Pırıl pırıl, tanrısal örgülerini örüyor. Sonra üstüne Athene'nin süslerle bezeyip işlediği tanrısal bir giysi giyiyor. Göğsünü altın iğnelerle tutturuyor, yüz püsküllü bir kemer kuşanıyor. İyice delinmiş kulak memelerine dut kadar iri üç taşlı küpeler takıyor. Başını yepisyeni, gün gibi apak, güzel bir örtüyle örtüyor. Parlak ayaklarına güzel sandallar bağlıyor. Tepeden tırnağa süslenip odasından çıkıyor. Aphrodite'den yardım istiyor. Tanrıların atası Okeanos'la ana Thetys'ü görmeye gittiğini, epey zamandır birbirlerinden uzak durup sevişmediklerini, yüreklerine öfke ve kin girdiğini, tatlı konuşup gönüllerini alarak yatağa girip sevgiyle birleşmelerini sağlarsa adını saygıyla anacaklarını söylüyor:

"Senden şu sevgi, şu alım var ya,
yani şu ölümsüzleri, ölümlüleri alt ettiğin,
işte onları bana ver bugünlük." (99)

Aphrodite göğsünden nakışlı memeliğini, alacalı bulacalı bir kordeleyi çözüyor. "Alımlı ne varsa onun içindeydi, sevgi onun içindeydi, istek onun içinde, en akıllı insanı ayartan aşk onun içinde" diye anlatılan bu tanrısal simgeyi Here'nin eline veriyor, konuşuyor, diller döküyor:

"Al işte, sar bu memeliği göğsüne,
her şey işlenmiş bunun içine, ama her şey,
ben de sana ne derim bak, inan bana,
taş çatlasa dileğin yerine gelecek."

Here sivri Olympos'tan aşağıya fırlıyor, hızlı Thoas'ın kenti Lemnos'a varıyor. Orada Ölüm'e, Uyku'nun kardeşine rastlıyor. Uyku'nun elini tutuyor, sesleniyor, diller döküyor:

"Tekmil tanrıların, insanların efendisi, Uyku,
eskiden beni nsaıl dinlediysen, şimdi de dinle,
gelecek günlerde unutmam bu iyiliğini,
Zeus'un kaşları altında parlayan gözlerine dök uykuyu,
bana sevgiyle sarılır sarılmaz uyusun," (100)

İlyada, tanrıların ve insanların savaş oyunlarıyla sürüyor. Üstünlük, güç oradan buraya gidip geliyor. Tanrıların babası Zeus'un bile her istediğini yapacak özgürlüğü yok. O bile oğulları ve kızları, tanrıların sevdikleri ve sevmedikleri insanlar arasındaki dengeleri anlamaya, korumaya çalışıyor. Here'yle başa çıkmakta az zorlanmıyor.

Bir sürü insan çitleri, hendekleri atlayarak kaçıyor, Danaoların elinden can veriyorlar. İda'nın doruklarında Zeus uyanıyor, Troyalıları Akhaları, yere uzanmış kara kan kusan Hektor'u görüp ona acıyor. Here'ye korkunç bir bakışla bakıp çıkışıyor:

"Amma da düzen kurdun, yola gelmez Here,
savaş dışı ettin tanrısal Hektor'u,
uğrattın orduyu bozguna.
Bu kötülüğün meyvesini sen toplayacaksın önce,
seni bir güzel pataklayayım da gör.
Unuttun mu seni havalara astığım günü,
bir örs bağlamıştım ki ayağına,
çözülmez bir altın zincir vurmuştum ellerine,
asılı kalmıştın havalarda bulutlar arasında," (101)

İnek gözlü ulu Here donakalıyor, sonra dile geliyor:

"ant içiyorum senin kutsal başın üstüne,
kızoğlankız girdiğim yatağımızın üstüne,
boşuna ant içmem ben onun üstüne hiçbir zaman,
benim isteğimle hırpalamıyor
Troyalılarla Hektor'u Poseidon, yeri sarsan,
benim isteğimle desteklemiyor ötekileri,
gönlü, yüreği öyle istiyor herhal,
gemileri yanında bitkin Akhalara acımış olacak.
Ama ben öğüt vereyim gene ona,
kara bulutlu tanrı, gitsin senin buyurduğun yere." (102)

Tanrıların babası gülümsüyor, kanatlı sözlerle karşılık verip Here'nin gidip tanrılara karışmasını, onları çağırmasını, Kral Poseidon ve Hektor'a istediklerini yaptırmasını söylüyor. Ak kollu tanrıça Here onu dinleyip yola koyuluyor, uçup uçup sarp Olympos'a varıyor, ölümsüz tanrıları Zeus'un sarayında toplu bulup "sarsılmış gibisin, kocan Kronosoğlu my korkuttu seni?" diyen Themis'e anlatıyor:

"Sen kendin de bilirsin,
ne taşkın, ne katıdır onun yüreği.
Aç bakalım tanrıların eşit pay aldığı şöleni,
bütün tanrılarla birlikte öğreneceksin sarayında
ne kötü işler kuruyor Zeus, ne kötü işler,
kimsenin yüreğini sevindirmeyecek bu haber,
ne insanların, ne de şölende güzel güzel oturan tanrıların." (103)

Here, ölümsüz tanrıların arasında güçten yana en üstün olanın Zeus olduğunu, hepsinin başına bir türlü bela getirdiğini, şimdi de acı çekme sırasının Ares'te olduğunu söylüyor. Ares oğlu için dövünüyor:

"Olympos'ta oturan tanrılar, ayıplamayın beni
öcünü almaya gidersem öldürülen oğlumun,
gidersem Akha gemilerine doğru.
Gideceğim, kaderinde Zeus'un yıldırımıyla vurulmak olsa da,
kanın, tozun toprağın içinde yatmak olsa da, ölülerle yan yana."

Böyle deyip Korku'yla Bozgun'a atlarını bağlamalarını buyuruyor. Kendisi de pırıl pırıl silahlarını kuşanıp hazırlanıyor. Athene onu durdurarak Zeus'un ölümsüzlere karşı öfkesinin çok daha büyük, korkunç olmasını önlüyor:

"ne istersin, belalar mı yağdırmak istersin başına,
zorla Olympos'a dönersen halin ne olur,
üstelik tekmil öbür tanrıların derde girecek başı.
Zeus ossaat bırakacak ulu canlı Troyalıları, Akhaları,
koşup gelecek Olympos'a, getirecek altımızı üstümüze,
yakalayacak rastgele suçluyu, suçsuzu.
Oğlun öldü, ama bastır derim sana öfkeni."

Sözlerini "çok zor insanoğullarını ölümden korumak" diye bitiriyor.

Haberci İris yeri sarsan tanrı Poseidon'un yanına gidip diyor ki:

"Toprağı sarsan mavi yeleli tanrı,
Kalkanlı Zeus'un ağzından bir haber getirdim sana ,
son versin, diyor, savaşa dövüşe,
karışsın tanrılara, diyor, ya da girsin tanrısal denize."

Öbür tanrıların Zeus'tan ödü koparmış. Oysa Ares kendini onunla bir tutarmış, çekinmezmiş. Ares hem güçte çok üstün, hem yaşça da büyük olan Zeus'un sözünü dinlemeyip direnirse Zeus yüz yüze savaşacakmış. Ares bunu duyunca çok öfkeleniyor:

"Yiğitliğine yiğittir, bilirim onu,
ama beni küçümsemek ne oluyor, eşitim ben onunla,
bana zorla baş eğdirecek olan o mu?
Kronos'tan doğma üç kardeşiz bizler,
Rhea doğurdu Zeus'u, beni, ölülere hükmeden Hades'i,
dünya üçe bölündü, üçümüz de aldık payımızı,
kurra çekildi, köpüklü deniz düştü bana
her zaman orda oturayım diye,
sisli karanlıklar ülkesi düştü Hades'in payına,
Zeus'a bulutlar arasındaki engin gök düştü.
Ama toprakla koca Olympos'ta herkesin payı var,
bu yüzden yaşamam ben Zeus'un keyfince,
gücü varsa, rahat otursun kendi payında, ülkesinde,
korkutmasın elleriyle, alçak yerine komasın beni." (104)

Tanrılar tartışıyor, Akhalar ve Troyalılar savaşıyor, güç kime verilirse o yan üstün gelmeye başlıyor, tanrılar kendi takımlarını korumaya çalışıyor, Homeros yaşananları tüm ayrıntılarıyla anlatıyor:

"Gemiler önünde çetin savaş hızlandı yenibaştan,
öyle bir ateşle boğuşuyorlardı, öyle kıyasıya ki,
yorgunluk, bezginlik nedir bilmez derdin bu adamlara.
Şöyle düşünüyorlardı savaşırken:
Akhalar öleceğiz diyorlardı, savamayacağız belayı,
Troyalılarsa umut besliyorlardı yüreklerinde,
yakacağız, diyorlardı, gemileri, yok edeceğiz Akha yiğitlerini." (105)

Patroklos Akhilleus'un yanına geliyor:

"Sıcak gözyaşları döküyordu Patroklos,
sarp bir kayadan kar suyunu nasıl akıtırsa bir kaynak."

Bu üzüntüyü gören Akhilleus acıyor, kanatlı sözlerle sesleniyor:

"Ne diye ağlıyorsun, Patroklos, küçücük bir kız gibi,
anasının yanında yürür eteklerine sarılır hani,"

Patroklos Akhilleus'tan Akhalara bu kadar acıdığı için ona kızmamasını istiyor:

"Eskiden en yiğit olanlar bile yatıyor şimdi,
gemilerin arasında ya ölmüş ya da yaralı." (106)

Hekimlerin ellerinde ilaçlarla yaralı Diomedes'in, Agamemnon'un, Eurypylos'un çevresinde dört dönerek yaralarını iyi etmeye çalıştığını söylüyor. Yüreğine girmiş öfke için Akhilleus'a sesleniyor:

"Korkunç Akhilleus, ne sarsılmaz yüreğin varmış senin,
istemem, hiçbir zaman girmesin yüreğime öfkenin böylesi,
savmazsan Argosluların başından bu kara belayı,
kim yarar görecek senden, söyle, küçüklerimiz mi?" (107)

Akhilleus içerliyor, kavga dövüş onların gemilerine gelene dek öfkesine son vermeyeceğini söylemiş olduğu halde silahlarını Patroklos'a veriyor, kavgayı seven Myrmidonları savaşa onun götürmesini istiyor.

İlyada'yı okumak denizde uzun bir yolculuğa çıkmak gibi. Dalgalarla inip çıkıyosunuz. Bazen sular duruluyor, bazen göklere uzanıyor. Kim olduğunu bilmediğimiz ozan Musa'lara sesleniyor:

"Olympos'ta oturan Musa'lar, söyleyin şimdi bana,
ilkin ateş nasıl yağdı Akhaların gemileri üstüne?" (108)

Yakıcı ateş gemilerde kıvılcım saçınca Akhilleus, Patroklos'a seslenip kurtuluş yolundan yoksun kalmalarını önlemesi için silahlarını kuşanmasını istiyor. Zeus'un sevdiği Akhilleus, Troya'ya elli gemi getirmiş, her gemide elli kürekçi oturtmuş ıskarmozların başına. Homeros beş komutanı anlatmaya ilkinden başlyor:

"Birinci sıranın başında zırhı ışıldayan Menesthios vardı,
Sperkheios'un, Zeus'tan gelme ırmağın oğlu,
Peleus'un kızı güzel Polydore, bir tanrı ile birleşmişti,
yorulmaz Sperkheios'a doğurmuştu onu." (109)

Akhilleus yalnız kendi içtiği ve yalnız Zeus babaya sunu yaptığı bir sağrağı kızıl şarapla dolduruyor, gözlerini göğe kaldırıp şarabı dökerek uzaklarda, soğuk kışlı Dodona'da hüküm süren, Dodona'lı Zeus, Pelasg soyunun tanrısına yakarıyor:

"Kalacağım ben gemilerimin yanına,
ama birçok Myrmidon'la gönderiyorum arkadaşımı,
savaşsın diye, iri gözlü Zeus, şan ver ona,
pekleştir yüreğini göğsünde, görsün Hektor,
tekbaşına savaşmayı bilir mi benim adamım,
yoksa ben kızgın savağa atıldığımda mı azar dokunulmaz elleri?
Ama püskürtünce savaş naralarını gemilerden uzağa,
sağ salim dönsün arkadaşım tezgiden gemilere,
dönsün tekmil silahlarıyla, dövüşte usta yoldaşlarıyla." (110)

Zeus onu duyuyor, bir dileğine olur diyor, olmaz diyor diğerine. Ozan anlattıkça insanlar ve tanrılar, öyküleriyle birlikte geçmişten çıkıp geliyorlar. Yaşamlarına, ölümlerine, ilişkilerine, konuşmalarına, inançlarına ilişkin ince bilgiler aktarıyorlar:

"Zeus sel sel akıtır suları,
insanlara kızgındır, yol verir öfkesine,
doğruyu kaldırmıştır aralarında insanlar,
aldırış etmeden tanrıların bakışına," (111)

"Sivri akıllı Kronosoğlu gördü onları, acıdı,
hem karısı, hem kızkardeşi Here'ye dedi ki:
Çok yazık, insanlar arasında en sevdiğim Sarpedon'a!
Menoitiosoğlu Patroklos'un elinden ölmek onun kaderi."

"Ölsün Menoitiosoğlu Patroklos'un elinden.
Bırak ayrılsın bedeninden canı,
Sonra gönder Ölümü, tatlı Uykuyu,
alıp götürsünler onu engin Lykia iline," (112)

"Savaşın sonunu kollar getirir,
sözlerinse toplantıda borusu öter." (113)

"Zeus en başta Hektor'un yüreğini
yoksun etti saldırma gücünden,
yiğit arabasına binip kaçmaya koyuldu,
öbür Troyalılara da seslendi kaçın diye,
anlamıştı Zeus'un kutsal tartısını." (114)

"Hızlı kılavuzlara yer ver, götürsünler Sarpedon'u,
ver ikiz tanrılara. Uyku'yla Ölüm'ün eline,
çabuk götürüp bıraksınlar semiz Lykia toprağına,
kardeşleri, akrabaları onu orada gömer,
bir mezara, yazılı taşın altına.
Ölümlülere gösterilecek saygı işte bu." (115)

Zeus böyle söyleyince Apollon babasını dinlemezlik etmiyor, İda Dağlarından zorlu kargaşalığın içine iniyor, Sarpedon'u kargı yağmuru altından kaçırıyor, uzaklara götürüp ırmağın akar sularıyla yıkıyor. Savaş sürüyor. Sonunda at sürücüsü Patroklos'un bir solukluk ömrü kalıyor. (116)

Savaşın öyküsünde insanın, yaşamın ve doğanın da öyküsü bulunuyor:

"Bir adam nasıl yetiştirirse körpe bir zeytin fidanınıi
ıssız bir gölgede nasıl bol bol su içirirse ona,
gelişir güzelim fidan, çiçekler açar bembeyaz,
şurdan burdan esen yeller sarsar onu,
ama bir gün koca bir kasırga ile bir yel eser,
söker kökünden fidanı, serer onu toprağın üstüne,
Atreusoğlu Menelaos öyle devirdi Euphorbos'u,
öldürdü Pantheos'un iyi kargı atan oğlunu, soydu." (117)

Atreus'un savaşçı oğlu Menelaos iç sesiyle konuşuyor:

"Ama yüreğim ne diye tartışıyor bunları?
İnsan, tanrının saydığı bir adamla,
kalkışırsa tanrı buyruğuna karşı savaşmaya,
Ossaat büyük bela gelir başına." (118)

Hektor kanatlı sözlerle savaşı kışkırtıyor:

"Dinleyin, ortaklarımızın, boylarımızın sayısız boyları,
sizi kentinizden çağırdığım zaman buraya,
istemediydim sayı çokluğu,
çağırdım buraya Akhalardan Troyalıların karılarını,
küçük çocuklarını koruyasınız diye canla başla.
Ben bu yüzden sömürüyorum halkımı
besinlerle, armağanlarla sizi doyurayım diye," (119)

Aias'tan, İdomeneus'la seyisi Meriones'ten, adam öldüren Enyalios'tan, savaşı alevlendirmeye gelen bir sürü adamdan söz eden Homeros yanıtı belli bir soru soruyor:

"bunca Akha yiğidinin adını aklında kim tutabilir ki?" (119)

Aikasoğlunun atları savaştan uzakta ağlıyor. Kronosoğlu Zeus insanlara acıyor:

"Şu dünyada soluk alan, yürüyen yaratıklar arasında
insandan daha acınacak bir yaratık yok." (120)

Menelaos Athene'den güç isteyince gök gözlü tanrıça seviniyor, omuzlarına dizlerine güç, göğsüne bir sineğin inadını koyuyor. Apollon da gelip Hektor'u ateşliyor. (121) Aias durumun kötüye gittiğini görüyor:

"Küçücük bir çocuk bile anlar
Zeus babanın Troyalılara destek olduğunu.
Yerine vuruyor atılan tekmil kargılar,
atan ister iyi olsun, ister kötü. (122)

Akhilleus öfkeden yakınıyor:

"aklıbaşında adamı bile çelen o öfke,
bir bal damlası gibi akar insanın içine,
sarar göğsünü duman gibi," (123)

İlyada bir savaşın iki yanının öyküsünü insanlarıyla anlatıyor:

"Başladı söze akıllı Pulydamas, Panthoosoğlu,
bir o vardı ileriyi görren.
Hektor'un arkadaşıydı, doğmuşlardı bir gecede.
Pulydamas sözde üstündü, Hektor kargı salmakta." (124)

Athene, aptalların kafalarından akıllarını alınca Troyalılar sevinç içinde bağırıp kötü düşünen Hektor'u övüyor, doğru yol gösteren Pulydamas'ı hor görüyorlar. (125) Akhilleus Hektor'u öldürerek öç almaya hazırlanıyor. Odun yığınının önünde on iki parlak Troyalı çocuğun boğazını keseceğini söyleyerek Myrmidonlara sesleniyor, Patroklos'la konuşuyor:

"Ama ben madem senden sonra gireceğim toprağa,
gömmem seni, canını kıyan adamı tepelemeden,
silahlarını, kafasını getirmeden buraya, gömmem seni." (126)

Troyalı, Dardanoslu kadınların o güne dek çevresinde gözyaşı döke döke gece gündüz ağıt yakacaklarını, o kadınları ölümlü insanların zengin illerini yıkarak güçleri ve uzun kargılarıyla aldıklarını söylüyor. Arkadaşlarını çağırıyor. Kızgın ateşin üstüne üç ayaklı kazanı koyuyorlar, içine su döküyor, altındaki odunları tutuşturuyorlar.

Oğluna yardım etmek isteyen Thetis oğlu Akhileus'un öyküsünü anlatarak gözyaşı döküyor:

"Söyle, Hephaistos, Olympos'taki tanrıçalar arasında,
yüreği benim gibi acılı biri var mı?
Zeus bunlar arasında bir bana verdi acıları,
bunca deniz tanrıçalarından bir beni verdi
ölümlü kocaya, Aikasoğlu Peleus'a,
Katlandım bir adamın yatağına girmeye,
istemeye istemeye, tiksine tiksine." (127)

Hephaistos körüklerini ateşe doğru çevirip çalışmalarını buyuruyor. Solukları türlü ısıda yirmi körük ocağın içine üfürmeye başlıyorlar. Tanrı ateşe bükülmez tunç, kalat, değerli altın, gümüş atıyor. Akhilleus için yeni silahlar yapıyor. Kalkanı üst üste beş tabakadan yapıyor, süsler çiziyor. Yeri göğü denizi, hem araba hem ayı denen yıldızı, ölümlü insanların iki güzel kentini, yaşamı, bütün dünyayı koyuyor. Aralarında Kavga, Boğuşma, uğursuz ölüm de duruyor. Kızlar delikanlılar, çocuklar gibi şen, bal gibi yemişler taşıyorlar sepet sepet. Bir de oyun alanı oluyor kalkanda, Daidalos'un bir zamanlar yaygın Knossos'da güzel örgülü Ariadne için yaptığına benzer,bir de büyük Okeanos'un güçlü akışı, sapasağlam kalkanı çember gibi saran. (128)

Agamemnon suçlu olmadığını anlatıyor:

"Zeus, Kader, karanlıkta yürüyen Erinys
o toplantıda çeldiler aklımı,
düşürdüler kötü bir Çılgınlığa
aldığım gün Akhilleus'un onur payını.
Benim elimden ne gelirdi ki?
Tanrı getirir,her şeyin sonunu.
İnsanları şaşırtan Çılgınlık büyük kızıdır Zeus'un," (129)

Odysseus savaş gücünün ekmekten ve şaraptan geldiğini, karnı doyan adamın yüreğinin atılgan, eli ayağının yorulmaz olduğunu söylüyor. (130) Agammemnon engin göğe yakarıp Zeus'un, toprağın, Güneş'in, andını bozan insanlara yer altında ceza veren Erinys'lerin tanığı olmasını istiyor, Briseis kıza el sürmediğine yemin ediyor:

"ne yatağına girdim, ne de başka bir şey yaptım,
dokunan olmadı ona, kaldı barakamda tertemiz." (131)

Akhilleus kötü bir haber alıp kızıyor:

"Ne diye haber verirsin bana ölümümü,
Ksanthos, sana düşmez bu.
Ben biliyorum sen demesen de." (132)

Savaşa doymaz Akhalar silahlanırken, Troyalılar silah kuşanırken ovadaki tepede, Zeus tanrıları toplantılara çağırın diyor Themis'e. Yeri sarsan tanrı bile Themis'in sesini duyup denizin dibinden geliyor. Tanrılara karışıyor. Bulut devşiren Zeus niyetini açıklıyor, Olympos'un bir kıvrımında kalıp Troyalılarla Akhalara baka baka gönlünü eğlendireceğini söylüyor:

"siz, öbür tanrılar, gidin istediğiniz yere,
gidin Troyalılarla Akhalar arasına,
destek olun gönlünüzün dilediğine.
Akhilleus, Troyalılara tekbaşına saldırsa bile,
dayanamaz onlar hızlı Peleusoğluna."(133)

Tanrılar da ikiye ayrılıp savaşa yürüyorlar. Çok pınarlı İda kökünden doruğuna titriyor. Troyalıların ili, Akhaların gemileri titriyor. Yer altında, ölüler kralı Aidoneus'un ödü kopuyor. Korkuyla tahtından fırlayıp bağırıyor:

"yeri sarsan Poseidon sakın patlatmasın toprağı,
tanrıların bile tiksindiği çirkef dolu ülkesini
sermesin ölümlülerin, ölümsüzlerin gözü önüne."

Böyle korkunç bir gürültü yükseliyor tanrılardan. Phoibos Apollon elinde kanatlı oklarıyla tanrı Posiedon'un karşısında duruyor. Enyalios'un karşısında gök gözlü tanrıça Athene, Here'nin karşısında altın yaylı Artemis duruyor. Leto'nun karşısına tanrı habercisi güçlü Hermes, Hephaistos'un karşısına tanrıların Ksanthos, insanların Skamandros dediği burgaçlı koca ırmak dikiliyor. Tanrılar tanrılara böyle karşı dururken Akhilleus kalabalığa dalıp Priamosoğlu Hektor'la karşılaşmak, savaşa doymaz Ares'i kanıyla doyurmak istiyor. Ama Apollon karşısına Aineias'ı dikiyor. (134)

Yürüyüp karşı karşıya geliyorlar. Çevik ayaklı tanrısal Akhilleus'la Aineias konuşuyorlar. Akhilleus soruyor:

"Troyalılar sana bir toprak mı ayırdılar yoksa,
güzel bağlar mı, tarlalar mı ayırdılar.
onlara mı konacaksın beni öldürürsen,
hiç de kolay değil bunu yapmak."

Aineias karşılık veriyor:

"Kusursuz Peleus'un oğlu derler sana,
deniz tanrıçası güzel saçlı Thetis'miş anan.
Ulu yürekli Ankhises'in oğluyum ben de,
övünürüm babamla, anam da Aphrodite.
Bugün sevgili oğullarına ağlayacak bunlardan biri,
sanmam işi bitirip çocukça laflarla
savaşı bırakıp geri gideceğimizi."

Uzun bir öykü sunuyor, Zeus'un ilkin Dardanos'a baba olduğunu, kutsal İlyon yokken Dardanos'un Dardanie'yi kurduğunu, Dardanosluların çok pınarlı İda'nın eteklerinde oturduğunu, Dardanos'tan doğan Erikhtonios'un kral olup ölümlü insanların en varlıklısı olduğunu, Tros'u, oğulları İlos'u, Assarakos'u, tanrıların Zeus'a şarap sunan olsun diye Olympos'a kaçırdığı ölümlü insanların en güzeli Ganymedes'i, Ankhises'i ve Priamos'u anlatıp ekliyor:

"Övünürüm bu soydan, bun kandan olmakla,
Yiğitliği Zeus çoğaltır, azaltır insanlarda,
odur ölümsüzlerde en güçlü olan.
Biz böyle kavga dövüşün ortasında
çocuklar gibi ne diye daldık gevezeliğe,
birbirimize savuracak küfürler çok,
yüz sıralı gemi bile taşıyamaz.
Dili oynaktır insanoğlunun,
söz tarlasında otlar durur,
ne söylersen onu alırsın geri.
İllaki kavga etmemiz mi gerek,
küfürler savurmamız mı gerek birbirimize,
yürek kemiren kavgaya tutuşmuş kadınlar gibi,
sokak ortasında öfkeyle birbirine çıkışan;
bir sürü gerçek söylerler, bir sürü de yalan,
yalanı da, gerçeği de öfkeleridir söyleten.
Sözle söndüremezsin içimde yanan ateşi
tunç kargılarımızla karşı karşıya savaşmadan
bedenlerimizde tunç kargıları deneyelim hadi."

Aineias güçlü kargısını topal tanrının beş kat kaplama koyduğu korkunç kalkana saplıyor, iki kat tuncu, iki kat kalayı geçiyor kargı, tanrı armağanı altın kaplamaya geliyor. (135)

Işıl ışıl bir yangın nasıl dağda, derin derelerde, kuru bir ormana saldırırsa, yel nasıl alevleri bir o yana, bir bu yana uçurursa, tanrıya benzer Akhilleus da işte öyle saldırıyor oraya buraya, kara toprak bir kan ırmağı oluyor. (136)

"Öldürmekten yorulunca Akhilleus'un elleri,
on iki delikanlıyı diri diri yakaladı ırmakta,
onları Patroklos'un ölüsüne kurban edecekti.
Çıkardı delikanlıları ırmaktan,
geyik yavrusu gibi şaşakalmışlardı.
bağladı ellerini arkadan sağlam kayışlarla," (137)

Akhilleus Dardanosoğlu Priamos'un bir oğluna rastlıyor. Lykaon koşup iki büklüm dizlerine sarılıyor:

"Ayağına düştüm, Akhilleus, acı bana, say beni,
yalvarıyorum sana işte, tanrı oğlu,
toprak ananın ekmeğini ilk senin yanında yedim,
beni güzel bağımdan alıp götürdüğün gündü,
babamdan, dostlarımdan çok uzakta,
tanrısal Lemnos'ta satmıştın beni," (138)

Savaşın öyküsü doğanın içinde, tanrıların gölgesinde, yaşam ve ölümle, ince ayrıntılarla sürüyor:

"Derin anaforlu ırmak, benzetip sesini insan sesine,
derin anaforların altında öfkeyle dile gelmeseydi,
hızlı Akhilleus daha bir sürü Paionialı öldürürdü"

"Güzel sularım dolup taşıyor ölülerle,
tanrısal denize akıtamıyorum sularımı,
öldürdüğün insanlarla tıkadın beni," (139)

"Peleusoğlu fırladı, bir kargı atımlık yol aldı.
Kara kartalın hızı vardı onda, avcı kartalın.
kuşların en güçlüsü, en hızlısı kartalın,
kurtulmak için kaçıyordu köşe bucak,
ama Ksanthos, gümbür gümbür sularıyla kovalıyordu onu." (140)

"Yürekler acısı bir ölümle can vermekmiş kaderim,
yem olmakmış azgın bir ırmağa,
çayı geçeyim derken fırtınalı bir günde
sellerin sürüklediği bir domuz çobanı gibi." (140)

"Bir çığlık attı Here, ödü kopmuştu,
alıp götürecek diye onu derin anaforlu ırmak.
Ossaat seslendi Hephaistos'a, sevgili oğluna:
'Kalk, topal oğlum benim, kalk,
sana denk bir düşman sayarım anaforlu Ksanthos'u,
hadi yetiş imdada, bir kocaman alev ışıldat,' " (141)

"Olympos'ta oturan Zeus duydu gümbürtüyü,
kavgaya kapıştığını gördü tanrıların,
yüreği hopladı sevinçten, güldü." (142)

"kocaman bir taştı bu,
ovada duran, kapkara, pürtüklü,
eskiden bir tarlaya sınır olsun diye konmuştu.
Athene yapıştırdı o taşı azgın Ares'e,
vurdu boynundan, çözdü elini ayağını.
Tanrı yere düştü, yedi dönümlük yer kapladı," (142)

"Pallas Athene bir kahkaha koyuverdi,
kanatlı sözler söyledi övüne övüne:
'Anlamadın mı bugüne dek, a budala,
bak ben ne kadar güçlüyüm senden,'
Ananın Erynislere borcunu öde şimdi,
anan kızmış, kötülük hazırlıyor sana,
övünen Troyalılara yardıma koştun diye,
sırt çevirdin diye Akhalara.'
Böyle dedi, çevirdi ondan alevli gözlerini.
O zaman Aphrodite, Zeus'un kızı geldi,
elinden tutup Ares'i götürmek istedi.
Ama Ares ağır soluyordu,
toparlayamıyordu bir türlü gücünü." (142)

"Artemis de döndü Olympos'a,
Zeus'un tunç eşikli sarayına vardı,
kız ağlaya ağlaya oturdu babasının dizlerine,
tanrısal rubası titredi çevresinde,
babası Kronosoğlu kucakladı onu,
sonra gülümseye gülümseye:
'Hangi gök tanrısı, sevgili yavrum,
büyük bir kötülük etmişsin gibi,
üzdü seni böyle, yok yere?'
Güzel çelenkli avcı tanrıça karşılık verdi, dedi ki:
'Senin karın ak kollu Here yaptı bana bunları, baba,
ondan gelir tanrılara dövüş, kavga' " (143)

"Priamos inleye inleye indi duvardan aşağıya,
duvar dibinde duran ünlü bekçileri kışkırttı:
'Elleriniz açık tutsun kapıları ardına kadar,
kaçan adamlarımız sığınsın kentin içine," (143)

"Yaşlı Priamos böyle dedi,
bekçiler de kol demirlerini kaldırıp açtılar kapıları,
kurtuluş ışığı oldu açılan kapılar,
Apollon atıldı Troyalıların önüne,
onların başından belayı savmak istiyordu." (143)

"Onu ilkin yaşlı Priamos gördü,
ovada bir yıldız gibi parlıyordu;
Orion'un Köpeği denen bir yıldız vardır hani,
görünür yaz sonunda, karanlık gecede,
binlerce yıldız arasında alev alev ışınları,
yıldızların en parlağıdır, ama uğursuzdur belirtisi,
çok sıtmalar getirir zavallı insanlara;
işte öyle parlıyordu Akhilleus'un göğsünde tunç." (144)

" 'Hektor, yavrum, dostlarından uzak durma öyle,
erişirsin kaderine, bekleme bu adamı," (144)

'Hadi yavrum, gir surların içine,
Troya'nın kadınlarını, erkeklerini koru,
büyük bir ün bağışlama Peleusoğlu'na,
kendin de olma tatlı canından." (144)

"İhtiyar böyle dedi, avuç avuç yoldu ak saçlarını,
gene de kandıramadı yüreğini Hektor'un.
Öte yandan anası da dolu yaşla ağlıyordu,
bir eliyle göğsünü açtı, bir eliyle kaldırdı memesini,
kanatlı sözler söyledi ağlaya ağlaya:
'Hektor, yavrucuğum, saygı göster bu memeye,
onu ağzına uzattığım günleri getir aklına,
unuturdun koynumda bütün dertlerini,
surlarımızın içinde yenmeye bak şu domuzu,
gir içeri, canım oğlum, dışarda dikilme karşısına." (145)

"Troyalıların karıları, güzel kızları bir zamanlar
parlak rubalarını yıkarlardı bu yunakların içinde,
barış günlerinde, Akha oğulları gelmeden önce." (146)

"Hadi düşünün bakalım, tanrılar, danışın,
kurtaracak mıyız Hektor'u ölümden,
yoksa bırakacak mıyız bu yiğitliğiyle,
alt etsin onu Akhilleus, Peleusoğlu?" (147)

"Düş gören bir adam kaçan birini nasıl kovalayamazsa,
kaçan nasıl kaçamaz, kovalayan da yakalayamazsa,
Akhilleus, Hektor'a öyle yetişemiyordu,
Hektor da kaçıp kurtulamıyordu Akhilleus'tan." (148)

"pınarlara, yunaklara dördüncü gelişlerinde,
bir altın terazi kurdu baba tanrı,
acıklı ölümün iki tanrıçasını koydu kefelere,
biri Akhilleus'unkiydi, biri at sürücüsü Hektor'unki,
ortasından tuttu kaldırdı teraziyi," (148)

"Hektor, düşmanım, antlaşmadan söz açma bana,
böyle şey olamaz insanla arslan arasında,
nasıl uyuşamazsa kurtla kuzunun gönlü,
durmadan kin beslerler birbirlerine,
bizim de dostluk yapmamız akla sığmaz,
birimiz düşüp kanıyla doyurmadan Ares'i." (149)

"Gecenin karanlığında, başka yıldızlar arasında,
Akşam Yıldızı denen bir yıldız vardır hani,
yıldızların en parlağı, en güzeli,
sağ elinde sallanan sipsivri kargı öyle parlıyordu." (150)

"Toz toprak içinde kaldı bütün başı,
kopkoyu saçları darmadağın oldu,
çok güzeldi bu baş eskiden,
şimdi Zeus verdi onu düşmanlarına,
kirletsinler diye yurdunun toprakları üstünde.
Bulanırken bu baş toza toprağa,
anası da saçlarını yolup duruyordu,
fırlatıp atmıştı parlak başörtüsünü," (151)

"Yüksek bir sarayın odasında kumaş dokuyordu o,
erguvan renginde bir kumaştı bu, iki katlı,
alacalı süsler işliyordu kumaşın içine.
Çağırmıştı güzel örgülü bir hizmetçiyi,
demişti, üç ayaklı bir büyük kazan kot ateşe,
sıcak suyla yıkansın Hektor, savaş dönüşü." (152)

"Bir çocuğu yetim bırakan gün
akranlarından da yoksun kılar onu,
dolaşır boynu bükük, başı önde gözü yaşlı,
çaresiz başvurur babasının arkadaşlarına,
rastgele sarılır onun bunun eteğine," (153)

"Kumsal sırılsıklamdı gözyaşlarından,
erlerin silahları gözyaşlarıyla sırılsıklam;
özlediler düşmanı darmadağın eden yiğidi.
Peleusoğlu başladı uzun bir ağıta,
dayadı arkadaşının göğsüne adam öldüren ellerini:
'Patroklos, dostum, selam sana,
varsın selamım Hades'in konağına dek," (154)

"Boğazlayacağım odun yığınının önünde
Troyalıların on iki körpe çocuğunu,
öylesine büyük yüreğimdeki öfke." (154)

"Bir ara uyku gelip dağıttı yüreğinin kaygısını,
içine tatlılığını döktü, sarıverdi onu çepeçevre,
Hektor'u kovalarken İlyon önünde,
Akhilleus'un parlak bedeni çok yorulmuştu." (155)

"birlikte büyümemiş miydik, Akhilleus, sizin evde,
Opoeis'ten beni size Menoitios getirmişti,
ufaktım, bir kaza çıkmıştı elimden,
öldürmüştüm Amphidamas'ın çocuğunu,
yapmıştım bu deliliği istemeye istemeye,
öfkeye kapılmıştım aşık oynarken.
At sürücüsü Peleus evine almıştı beni,
özene bezene büyütmüş, seyis yapmıştı sana." (155)

"Önde arabalar gidiyordu, arkada binlerce yay,
taşıyorlardı arkalarında arkadaş Patroklos'u.
Ölü boydan boya saçlarla örtülüydü,
herkes saçını kesmiş, atmıştı ölünün üstüne.
Başını arkadan Akhilleus tutuyordu,
Hades'e götürüyordu kusursuz yoldaşını." (156)

"Bir ara tanrısal Akhilleus düşündü başka bir şey
uzaklaştı odun yığınından, kesti gür sarı saçını,
o saçı Sperkheios Irmağı için uzatmıştı.
Şarap rengi denize bakıp dedi ki:
'Sperkheios, boşuna adamış babam bu saçları sana' " (156)

" 'Priamosoğlu Hektor'a gelince,
ateşe yedirmem onu, yedireceğim köpeklere.'
Akhilleus böyle meydan okudu,
ama köpekler uğraşamıyordu Hektor'la
Aphrodite kovuyordu köpekleri yanından
Zeus'un kızı, gece gündüz,
gül kokulu tanrısal bir yağ sürmüştü ölünün bedenine,
Akhilleus onu sürüklerken yüzülmesin diye derisi." (157)


"Kafadır oduncuyu oduncu yapan, gücü değil.
Şarap rengi denizi allak bullak edince rüzgarlar,
dümenci kafayla yönetir hızlı gemisini.
Arabacı da kafayla yener arabacıları." (158)

"Sımsıcak oldu Menelaos'un yüreği,
hasat olgunlaşıp tarlalar dalga dalga
sallandığı zaman bir o yana, bir bu yana,
nasıl erirse başaklar göğsünde çiğ taneleri,
öyle eridi Menelaos'un göüsünde yüreği." (159)

"Yenecek olana büyük bir üçayak koydu, ateşe dayanan,
Akhalar on iki öküz değeri biçtiler buna,
yenilecek için de bir kadın koydu,
eli işe yatkındı, biçildi dört öküz değeri." (160)

"Peleusoğlu da ham demir getirdi, bir külçe,
güçlü Eetion sallar atardı onu bir zamanlar,
ama ayağı hızlı Akhilleus öldürünce Eetion'u,
başka mallarla taşımıştı onu gemilerine," (161)

"Bir Akhilleus ağlıyordu sevgili dostunu ana ana,
tutmuyordu onu tekmil canlıları yenen uyku.
Bir o yana dönüyordu, bir bu yana,
özlüyordu Patroklos'un insanlarla kavgada
soylu gücünü, olgun diriliğini,
zorlu denizler geliyordu gözünün önüne,
orda çektikleri çileler geliyordu aklına,
paylaştıkları dertler geliyordu, acılar.
Bunları bir bir geçirirken aklından
gözyaşı döküyordu tane tane." (162)

"Ama on ikinci şafak sökünce tanrılar katında,
Phoibos Apollon ölümsüzlere şöyle dedi:
'Amansız tanrılar, işiniz gücünüz kötülükte.
Beneksiz keçilerin, sığırların butlarını,
Hektor hiç mi yakmadı size?' " (163)

"Siz şu uğursuz Akhilleus'u tutuyorsunuz demek.
Oysa bilmez o töresince düşünmesini,
yumuşar bir yürek taşımaz göğsünde,
azgın bir arslan gibidir tıpkı,
yaban gücüne, amansız yüreğine uyar da hani,
bir güzel doyurmak için karnını,
gelir saldırır insan kuzusuna.
Akhilleus da sıyrıldı tıpkı onun gibi
her türlü acıma duygusundan,
insanlara saygıdan çekti kendini,
hem zararı var, hem yararı bu saygının.
Bir gün sevdiğini yitirebilir insan,
yitirebilir kardaşından, oğlundan yakın birini,
ağlar sızlar, sonra taş basar bağrına.
Acıya dayanan bir yürek verdi Moiralar insanlara." (163)

"Ak kollu Here alındı bu sözlere, dedi ki:
'Amma da yaptın, gümüş yaylı, oldu mu şimdi,
saygıda bir mi Akhilleus Hektor'la?
Hektor doğdu bir ölümlüden,
o bir kadının memesini emdi,
oysa Akhilleus bir tanrıçanın oğlu,
o tanrıçayı büyüten, yetiştiren, everen benim.
onu, tanrıların çok sevdiği Peleus'a verdim,'" (164)

"Thetis oturdu Zeus babanın yanına,
Athene vermişti ona yerini,
Here altından güzel bir sağrak uzattı,
tatlı sözlerle selamladı onu.
Thetis içti, sonra geri verdi sağrağı.
İnsanların, tanrıların babası dile geldi, dedi ki:
'Geldin Olympos'a dertle dolu, Thetis tanrıça,
bilirim, avutulmaz bir acı var yüreğinde,' " (165)

"De ki, tekmil tanrılar öfke içinde,
ölümsüzlerden de ben kızgınım en çok,
koca karınlı gemilerin orada tuttuğu için Hektor'u." (165)

"Ulu yürekli Priamos'a haber salacağım İris'le,
Akhaların gemilerine gitsin, kurtarsın oğlunu,
armağanlarla hoş etsin gönlünü Akhilleus'un." (165)

Thetis Akhilleus'un yanıbaşına oturuyor,eliyle okşuyor, konuşuyor, diller döküyor:

"Yavrum benim, ne zamana dek yiyeceksin içini,
yemeyi içmeyi unutup, ağlaya sızlaya?
Bir kadınla sarmaş dolaş olmak iyi şey,
neden bundan yoksun ediyorsun kendini?" (165)

Priamos Zeus'un habercisi İris gelip oğlu Hektor'u kurtarmasını söyleyince karısı Hekabe'yi çağırıp soruyor:

"Söyle bakalım, sen ne dersin bu işe.
Git diyor bana güçlü yüreğim,
can atıyorum Akhaların ordusu içine girmeye." (166)

Sonra gitmekte kararlı olduğunu söylüyor:

"Sarayın uğursuzluk kuşu musun ne?
Gideceğim, alıkoyamazsın beni,
kandıramazsın beni ne desen.
Bir ölümlü insandan gelseydi bu haber,
kurbanları yorumlayan bir biliciden,
ya da bir duacıdan gelseydi,
umursamaz, derdik bir tuzak bu, derdik yalan." (167)

Priamos'un yolculuğu için bir katır arabası getiriliyor:

"Bir katır arabası getirdiler, güzel tekerlekli,
yeni yapılmış güzelim bir araba,
sepetini bağladılar üstüne arabanın,
boyunduruğu indirdiler askıdan.
Boyunduruk şimşir ağacındandı,
ortası göbekli, güzel halkayla süslü." (168)

"Varlıklı bir adamın yüksek tavanlı evinde
ne kadar büyükse sağlam kilitli kapı kanadı,
bu kartalın kanatları da o kadar büyüktü." (169)

Herkes İlyon'a dönüp Priamos ve atları süren İdaios ovada yalnız kalınca Zeus ihtiyara acıyor, sevgili oğlu Hermeias'a sesleniyor:

"En çok sen seversin yoldaşlık etmeyi bir insana,
canla başla dinlersin hoşuna gideni,
hadi götür Priamos'u Akhaların koca karınlı gemilerine,
öyle götür ki, hiçbir Danaolu görmesin onu,
görmesin kimse, Peleusoğlu'nun yanına varmadan o" (169)

Zeus böyle diyor, Argos'u öldüren tanrı onu dinliyor:

"Güçlü tanrı aldı değneğini eline, uçtu,
bu değnekle kapardı gözlerini insanların,
ya da isterse uyandırırdı uyuyanları.
Vardı çabucak Troya ve Hellespontos Ovasına,
genç bir soylu kılığında yola çıktı,
bıyıkları yeni terlemiş, en güzel yaşta." (170)

Homeros öyküyü ince ayrıntılarla örüyor. Priamos Akhilleus'un barakasına vardığında anlatıyor:

"Myrmidonlar yapmıştı ona bu barakayı
doğradıkları iri çam kütüklerinden.
Islak ovadan sazlar kesmişlerdi,
örmüşlerdi üstüne sık bir çatı.
Çevresine kazıklar dikmişlerdi yan yana,
bir avlu yapmışlardı efendiye, kocaman." (171)

Yaşlı Priamos içeri dalıveriyor. Akhilleus yemiş, içmiş, masada öylece duruyor. Priamos onun dizlerine sarılıyor, ellerini öpüyor:

"Priamos girdi içeri kimseye görünmeden,
gitti durdu Akhilleus'un yanında,
sarıldı dizlerine, öptü ellerini,
nice oğullarının almıştı canını
o korkunç eller, o kanlı eller." (172)

Akhilleus'a yakarırken anlatıyor:
"Geldiği gün Akha oğulları buraya,
oğullarım vardı benim elli tane,
on dokuzu bir ana karnından doğmuştu,
ötekileri sarayın kadınları vermişti bana.
Saldırgan Ares kırdı çoğunun dizlerini." (173)

Akhilleus kanatlı sözlerle sesleniyor:

"Talihsiz adam, ne acılar çekmiş yüreğin!
Nasıl göze aldın gemilere gelmeyi tek başına,
nasıl göze aldın benim gözüme görünmeyi?" (173)

Yumuşayıp dile geliyor:

"Oğlun serbest, ihtiyar, istediğin oldu,
bir döşekte yatar, şafak sökünce götür onu.
Hadi bakalım, şimdi doyuralım karnımızı
Güzel saçlı Niobe'nin de yemek geldi aklına,
oysa on iki çocuğu ölmüştü sarayında,
altı kızı, ergen altı oğlu.
Apollon öfkelenmişti Niobe'ye,
öldürmüştü oğullarını gümüş yayıyla,
kızlarını da okçu Artemis öldürmüştü,
Niobe güzel yanaklı Leto ile bir tutuyordu kendini,
diyordu Leto iki çocuk doğurdu, bense bir düzine.
İki kişi, Apollon'la Artemis, öldürdü hepsini." (174)

Gözyaşı dökmekten yorgun düşen Niobe'nin öyküsünü anlatıyor:

"Bugün Sipylos kayalarında, ıssız doruklarında,
Akheloos Irmağı kıyısında oynaşan su perilerinin
yatakları var derler ya, işte oralarda,
tanrı buyruğuyla taş olmuştur Niobe,
yüreğine sindirir durur acılarını. " (174)

Akhilleus ve Priamos birbirlerine şaşıyorlar:

"Akhilleus'a şaşakaldı Priamos, Dardonosoğlu,
ne güzeldi Akhilleus, boylu posluydu,
benziyordu yüzü tanrıların yüzüne.
Akhilleus da şaşıyordu Dardanosoğlu Priamos'a,
soylu görünüşüne, konuşmasına şaşıyordu." (175)

Sonra Priamos'la uşağı oracıkta, avluda uyuyakalıyorlar yumuşak düşler içinde. Akhilleus da düzenli barakanın dibinde uyuyor, güzel yanaklı Briseis uzanıyor yanına. (176)

Dönüşte altın Aphrodite'ye benzer Kassandra bağıra çağıra koşuyor, bütün kenti boydan boya dolaşıyor, Troyalı erkekleri, kadınları çağırıyor:

"... gelin hadi,
görün kentimizin ışığını, Hektor'umuzu,
tekmil halkın ışığını gelin görün."" (177)

Helene Hektor'a seslenerek öyküsünü anlatıyor:

"Kayınlarım arasında, Hektor, severim en çok seni,
tanrı yüzlü Aleksandros'tur kocam benim,
aldı beni Troya'ya o getirdi,
gelmeseydim, orada ölseydim keşke.
Tam yirmi yıl oldu oradan geleli,
yirmi yıl oldu ayrılalı baba toprağından,
duymadım senden bir kötü söz, hiç azarlamadın beni," (178)

İlyada'nın her parçasında geçmişin öyküsü, orada yaşananlar ve yaşayanlarla ilgili ipuçları, destanın kişilerinin gözleriyle görülen bir tarih dünyası, sözleri ve düşünceleriyle hissedilen farklı bir onur duruşu görülebiliyor.

....

Kitabın sonundaki "İlyada'da Geçen Adlar" bölümü, hem destanı daha kolay okuyup daha iyi anlamak, hem de mitolojik kahramanlara doğru yeni yolculuklara çıkabilmek için çok değerli ipuçları veriyor. (179) Adların birçoğu efsaneye karıştığı, ilkçağ haritalarının yapıldığı dönemde kaybolmuş ya da değişmiş olduğu için başvurulan kaynaklarda bulunamamış. Bir Homeros haritası da yokmuş. Sözlüğü hazırlamak için Paul Mazon'un "Les Belles Lettres" yayınında çıkan İlyada metni ve Fransızca çevirisinin dördüncü cildindeki dizin temel alınmış. (180)

Burada, bilindik adlar kadar başka yerde kolay rastlanmayacak kişiler ve yerler de bulunabiliyor. En iyi yanı, kitabın içindeki yolculukta yardım etmekle kalmayıp küçük bir ansiklopedik sözlük olarak da okunabilmesi. "Aineias kimdi?" dediğinizde hemen dönüp bakabiliyorsunuz. Bugünkü Gönen Çayı'nın Aisepos olmasına şaşıyorsunuz. "Alkmene Herakles'in anasıymış!" diyorsunuz. Zeus Here'ye yüreğine akan aşkla nasıl altüst olduğunu anlatırken Alkmene'yi sevdiğinde bile bunu yaşamadığını, Thebai'de oturan Alkmene'nin ona üstün yürekli Herakles oğlunu doğurduğunu, aslında Here'yi bile hiçbir zaman o anki gibi sevmediğini, böyle büyük bir istek duymadığını söylüyor.

Sözlükte Karadeniz bölgesinden gelme savaşçı kadınlar denen Amazonlar (181), Helene'yle konuşan Priamos'un sözleriyle şu dizelerde geçiyor:

"Amazonlar gelmişti hani, erkek gibi, işte o gün,
aralarına bir savaş ortağı almışlardı beni."

Andromakhe'nin Eetion'un kızı ve Hektor'un karısı olduğunu, aşk tanrıçası Aphrodite'nin Paris'i Menelaos'un elinden kurtardığını, Güneş tanrısı Phoibos Apollon'un Troyalılardan yana çıktığını, Zeus ile Here'nin oğlu savaş tanrısı Ares'in Athene'ye saldırıp yenildiğini, Yunanistan'da bir bölgenin ve Agamemnon'un krallığının Argos adını taşıdığını, Zeus ile Leto'nun kızı ve Phoibos'un kızkardeşi av tanrıçası Artemis'in Niobe'nin kızlarını öldürdüğünü, eski adı Maionia olan Asya Çayırları'nın bugünkü Gediz Ovası'na karşılık geldiğini, Zeus'un kızı ve erdem tanrıçası Pallas Athene'nin Akhalara güç verdiğini, Akhilleus'un köle ettiği Briseis'in Brises'in kızı olduğunu, hasat tanrıçası Demeter'i, Aphrodite ve Ares'i yaralayan Diomedes'i, Zeus ile Semele'nin oğlu şarap tanrısı Dionysos'u, Nereus kızı Galateia'yı, Herakles'in yaraladığı yeraltı ülkesinin tanrısı Hades'i, tanrılara nektar sunan gençlik tanrıçası Hebe'yi, Priamos'la Hekabe'nin oğlu ve Andromakhe'nin kocası Hektor'un Akhaların gemilerini tutuşturduğunu, Paris'le Menelaos'un teke tek savaşını seyre delen Helene'nin Apfrodite'nin emri üzerine saraya döndüğünü, Zeus ve Here'nin oğlu ateş ve denizcilik tanrısı Hephaistos'un Akhaları tuttuğunu, tanrıların habercisi İris'in Zeus'un buyruğu üzerine Poseidaon'u savaştan uzaklaştırdığını, Odysseus'un yurdu İthake'nin İonya denizinde bir ada olduğunu, Ksanthos'un bir ırmağın, bir insanın, iki atın adı olduğunu, Akha ordusunun hekimi Makhaon'Un yaralı Menelaos'un yanına çağrıldığını, Agamemnon'un kardeşi Menelaos'un Lakedaimon Kralı olduğunu, Neleus'un oğlu Pylos Kralı Nestor'un bir duvar yapılmasını salık verdiğini, Laertes'im oğlu İthake Kralı Odysseus'un Akhaların kaçmasını önlediğini görebiliyorsunuz.

Tanrıların atası Okeanos (182) destanda şu dizelerle geçiyor:

"Gidiyorum bol ürün veren toprağın bir ucuna,
tanrıların atası Okeanos'la, ana Thetys'ü görmeye,
onlar almışlardı beni Rheia'nın elinden,
saraylarında iyice beslemişler, büyütmüşlerdi."

Paieion (183) tanrıların hekimi. Hades'i, Ares'i iyileştiriyor:

"Sonra Hades çıktı Zeus'un evine, koca Olympos'a,
yüreği yanık, acılar içindeydi,
omzuna güçlü ok girmiş, canını yakıyordu.
Ama ölümlü yaratılmış değildi o;
geldi, acı dindiren ilaçlar serpti omzuna,
Paian tanrı, yarayı iyi etti."

"Ak sütle incir özü karıştırılır da hani,
çarçabuk koyulaşıverir sulu süt,
mayalanıverir göz önünde,
saldırgan Ares'i öylece iyileştirdi o,
göz açıp kapayıncaya kadar."

Priamos'un oğlu Paris, Menoitios'un oğlu Patroklos, Aiakos'un oğlu Thetis'in kocası Akhilleus'un babası Peleus, Zeus ile Leto'nun oğlu Güneş tanrı Phoibos Apollon, Akhilleus'un eğitmeni Amyntor'un oğlu Phoiniks, deniz tanrısı Poseidaon, Kronos'un karısı Zeus ile Here'nin anası Rheie veya Rheia, Trakyalı şarkıcı Thamyris, Uranos'la Gaia'nın kızı adalet tanrıçası Gaia, Peleus'un karısı Akhilleus'un anası deniz tanrıçası Thetis...

Son başlık Zeus. Kronos'un oğlu, Here'nin kardeşi ve kocası, tanrıların babası ve kralı. Thetis'e Troyalılara güç vereceğine söz veren, Agamemnon'a bir düş gönderen Zeus. Here'nin ısrarı üzerine Troyalılara antlaşmayı bozdurmaya karar veren Zeus. Aphrodite'ye savaştan uzak durmasını söyleyen, Here ile Athene'ye savaşa karışma izni veren Zeus. Here'nin kollarında uyuyakalan, uyanınca öfkelenen Zeus. Mutluluk ve mutsuzluğu insanlara paylaştıran Zeus.

Minoen Girit, Anadolu'dan gelmiş Ana Tanrıça tapımı ile birlikte kadının egemen unsur olduğu anaerkil düzeni de uzun zaman yaşatmış. Yunanistan'dan gelme kavimlerle bu düzen bozulduysa da İlyada'da birçok izine rastlanıyormuş. Bir kadının kaçırılmasıyla başlayıp yıllarca süren Troya Savaşı, Homeros'un anlattığı İlyada'da kadının çok önemli, çok üstün tutulması bunun örnekleriymiş. (184)

İnsanların dünyası kadınların egemenliğinden erkeklerin belirleyiciliğine evrilirken tanrılar da aynı kalmamış. Azra Erhat bu değişimi şöyle anlatıyor:

"Zeus bu egemenliği, dünyanın kuruluşuyla birlikte ele geçirmiş değildir. Olymposlu tanrılardan önce başka tanrılar vardı. Dünyanın kuruluşuyla birlikte tanrı kuşaklarının doğuşunu -Hellenler buna 'theogonia' derlerdi- çetin savaşlardan sonra yeni kuşakların eskileri altedip başa geçmelerini Homeros değil de, ondan bir yüzyıl kadar sonra yaşadığı sanılan ozan Hesiodos anlatır. Uranos (Gök)- Gaia (Toprak) soyunu Kronos- Rhea soyu izlemiş, ama Kronos, krallığı elden kaçırmamak için, bütün çocuklarını doğar doğmaz yermiş. Rhea, oğlu Zeus'u doğurunca, Girit Adasına saklamış. Kronos'a da kundaklanmış bir taş yedirmiş. Zeus da büyüyünce Kronos'un soyundan olan bütün devleri, azmanları yeraltı ülkesi Tartaros'a kapatmış. Hesiodos'a göre tanrıça Aphrodite, tanrı Uranos'un, Kronos'ça kesilen erkeklik organı denize düşünce saçtığı köpüklerden doğmuştur. Ama Homeros böyle bir efsaneden söz etmez. İlyada'da Aphrodite, Zeus ile Dione'nin kızı olarak gösterilir." (185)

Erkeklerin yeni eşitsiz dünyasındaki savaş tanrıların katında da yerini almış. Azra Erhat, Ares'in çok daha simgesel bir nitelik taşıdığını söylüyor:

"Ares gerçi ismi cismi olan bir tanrıdır, ama bir de savaşın ta kendisi olarak canlandırılır. Varlığı destanda bir boydan bir boya sezilir, hem kişi olarak savaşa karışır, hem de simgelediği savaş gücü olarak her zaman varlığını duyurur. Ares, peşinden bir sürü simgesel tanrı sürükler, bunların kimi dişi, kimi erkektir: Deimos (Korku, Dehşet), Phobos (korku, Bozgun), Eris (Kavga, Ares'in kızkardeşi), Enyo (Savaş, Savaşta Kaynaşma, Boğuşma). Ares gibi bu varlıklar da karşımıza ya belli bir cisim ya da sadece bir kavram olarak çıkarlar. İyi savaşan yiğitlere Homeros 'Ares'in sevdiği', 'Ares'in dalı, filizi' sıfatlarını takar." (186)

Tanrı Ares için Homeros'un kullandığı korku ve nefret uyandıran sıfatlar 'İnsanların baş belası', 'dönek', 'surları yıkan', 'azgın, kızgın', 'insafsız', 'elleri kana bulanmış', 'savaşa doymaz', 'insan öldüren' örnekleriyle sıralanıyor. İlyada'nın bir savaş destanı olduğu, ama bu destanda savaş ve savaş tanrısının nefretle anıldığı, insanların da tanrıların da savaştan iğrendiği, ozanın savaş sahnelerinden çok Troya ya da Olympos'taki günlük yaşamı anlatırken, doğadan örneklerle benzetmeler yaparken özendiği ve sanatının en yüksek düzeyine buralarda ulaştığı belirtiliyor. (187)

"Troyalıların karıları, güzel kızları bir zamanlar
parlak rubalarını yıkarlardı bu yunakların içinde,
barış günlerinde, Akha oğulları gelmeden önce." (188)

Savaşın acımasızlığına sinmiş barış özlemi, sözyaşlarıyla yüzyılları aşıp geliyor yirmi birinci yüzyıla, Ares'in yeni ortaklarının acımasızlığıyla karşılaşınca gözyaşlarına karışıyor, umut olmak için dört bir yana dağılıyor.
....



İlyada geçmişe nasıl bir pencere açıyor?

Kitabın kapağını araladığımızda başka bir dünyaya gidiyor, yirmi beş yüz yıl önce yaşayan insanı ve onu anlamanın yollarını buluyoruz. Daha da ilginci, bazı olayların ve yaklaşımların günümüzdekilerle şaşırtıcı benzerlikleri olabildiğini görüyor, insanın insana ettikleri bitip eşitlik ve kalıcı bir barış sağlanmadan büyük acıların hep yaşanabileceği sonucuna varıyoruz.

İlyada'dan esintiler diye başlayarak Homeros'un öyküsünden, Azra Erhat'ın çevirisinden, A. Kadir'in şiirlerinden epey alıntı yapmış oldum. Aktardığım bu kesitler, İlyada'yla yeni yeni yolculuklara çıkacak okurların bulacaklarının binde biriyle ilgili bir ipucu verebildiyse şanslı olmalıyım.

1. Homeros, İlyada, Yunanca aslından çeviren Azra Erhat / A. Kadir, Can Yayınları, 1997.
2. Azra Erhat, http://tr.wikipedia.org/wiki/Azra_Erhat
3. Arza Erhat, Gülleyla'ya Anılar, Can Yayınları, 2002, http://www.idefix.com/kitap/gulleylaya-anilar-arza-erhat/tanim.asp?sid=PBXG89DV45459EIMMXSX
4. İlyada, Sayfa 7
5. www.google.com, "Homeros", 12.01.2014.
6. www.google.com, "İlyada", 12.01.2014.
7. www.google.com, "Homer", 12.01.2014.
8. www.google.com, "Iliad", 12.01.2014.
9. İlyada, Sayfa 8
10. İlyada, Sayfa 10

11. İlyada, Sayfa 11
12. İlyada, Sayfa 14
13. İlyada, Sayfa 15
14. İlyada, Sayfa 17
15. İlyada, Sayfa 18
16. İlyada, Sayfa 19
17. İlyada, Sayfa 20
18. İlyada, Sayfa 21
19. İlyada, Sayfa 22
20. İlyada, Sayfa 23

21. İlyada, Sayfa 24
22. İlyada, Sayfa 25
23. İlyada, Sayfa 26
24. İlyada, Sayfa 27
25. İlyada, Sayfa 29
26. İlyada, Sayfa 30
27. İlyada, Sayfa 31-36
28. İlyada, Sayfa 37
29. İlyada, Sayfa 45
30. İlyada, Sayfa 38-40

31. İlyada, Sayfa 41-42
32. İlyada, Sayfa 42-43
33. İlyada, Sayfa 43
34. İlyada, Sayfa 44-45
35. İlyada, Sayfa 45-46
36. İlyada, Sayfa 47
37. İlyada, Sayfa 47-49
38. İlyada, Sayfa 49-50
39. İlyada, Sayfa 50-53
40. İlyada, Sayfa 53-54

41. İlyada, Sayfa 54-57
42. İlyada, Sayfa 58-59
43. İlyada, Sayfa 60-63
44. İlyada, Sayfa 63-69
45. İlyada, Sayfa 69-70
46. İlyada, Sayfa 73
47. İlyada, Sayfa 77
48. İlyada, Sayfa 86
49. İlyada, Sayfa 87
50. İlyada, Sayfa 104

51. İlyada, Sayfa 104-114
52. İlyada, Sayfa 106-107
53. İlyada, Sayfa 115
54. İlyada, Sayfa 116
55. İlyada, Sayfa 118
56. İlyada, Sayfa 119
57. İlyada, Sayfa 120
58. İlyada, Sayfa 122
59. İlyada, Sayfa 126-127
60. İlyada, Sayfa 129

61. İlyada, Sayfa 130
62. İlyada, Sayfa 131
63. İlyada, Sayfa 132
64. İlyada, Sayfa 133
65. İlyada, Sayfa 137
66. İlyada, Sayfa 137-140
67. İlyada, Sayfa 140-144
68. İlyada, Sayfa 149
69. İlyada, Sayfa 150-171
70. İlyada, Sayfa 181

71. İlyada, Sayfa 183-184
72. İlyada, Sayfa 204-205
73. İlyada, Sayfa 214
74. İlyada, Sayfa 218
75. İlyada, Sayfa 220
76. İlyada, Sayfa 222-223
77. İlyada, Sayfa 223-224
78. İlyada, Sayfa 224
79. İlyada, Sayfa 226
80. İlyada, Sayfa 235

81. İlyada, Sayfa 238
82. İlyada, Sayfa 239
83. İlyada, Sayfa 247
84. İlyada, Sayfa 248
85. İlyada, Sayfa 249-250
86. İlyada, Sayfa 258
87. İlyada, Sayfa 259
88. İlyada, Sayfa 264-265
89. İlyada, Sayfa 267
90. İlyada, Sayfa 276

91. İlyada, Sayfa 281
92. İlyada, Sayfa 299
93. İlyada, Sayfa 300
94. İlyada, Sayfa 307-308
95. İlyada, Sayfa 316-317
96. İlyada, Sayfa 319
97. İlyada, Sayfa 320
98. İlyada, Sayfa 321-322
99. İlyada, Sayfa 327-328
100. İlyada, Sayfa 329

101. İlyada, Sayfa 338
102. İlyada, Sayfa 339
103. İlyada, Sayfa 340
104. İlyada, Sayfa 341-343
105. İlyada, Sayfa 357
106. İlyada, Sayfa 359
107. İlyada, Sayfa 360
108. İlyada, Sayfa 362
109. İlyada, Sayfa 363-364
110. İlyada, Sayfa 365-366

111. İlyada, Sayfa 370
112. İlyada, Sayfa 371
113. İlyada, Sayfa 376
114. İlyada, Sayfa 377
115. İlyada, Sayfa 378
116. İlyada, Sayfa 382
117. İlyada, Sayfa 385
118. İlyada, Sayfa 386
119. İlyada, Sayfa 389-391
120. İlyada, Sayfa 395-396

121. İlyada, Sayfa 399
122. İlyada, Sayfa 401
123. İlyada, Sayfa 408
124. İlyada, Sayfa 412
125. İlyada, Sayfa 413
126. İlyada, Sayfa 414
127. İlyada, Sayfa 417
128. İlyada, Sayfa 418-422
129. İlyada, Sayfa 425
130. İlyada, Sayfa 427

131. İlyada, Sayfa 430
132. İlyada, Sayfa 435
133. İlyada, Sayfa 436
134. İlyada, Sayfa 437-438
135. İlyada, Sayfa 441-443
136. İlyada, Sayfa 450
137. İlyada, Sayfa 452
138. İlyada, Sayfa 453
139. İlyada, Sayfa 457
140. İlyada, Sayfa 458-459

141. İlyada, Sayfa 461
142. İlyada, Sayfa 463-464
143. İlyada, Sayfa 466-467
144. İlyada, Sayfa 471
145. İlyada, Sayfa 472
146. İlyada, Sayfa 474
147. İlyada, Sayfa 475
148. İlyada, Sayfa 476
149. İlyada, Sayfa 477
150. İlyada, Sayfa 479

151. İlyada, Sayfa 481
152. İlyada, Sayfa 483
153. İlyada, Sayfa 484
154. İlyada, Sayfa 486
155. İlyada, Sayfa 488
156. İlyada, Sayfa 490
157. İlyada, Sayfa 491
158. İlyada, Sayfa 495
159. İlyada, Sayfa 503
160. İlyada, Sayfa 506

161. İlyada, Sayfa 509
162. İlyada, Sayfa 512
163. İlyada, Sayfa 513
164. İlyada, Sayfa 513-514
165. İlyada, Sayfa 515
166. İlyada, Sayfa 517
167. İlyada, Sayfa 518
168. İlyada, Sayfa 519
169. İlyada, Sayfa 521
170. İlyada, Sayfa 521-522

171. İlyada, Sayfa 524
172. İlyada, Sayfa 525
173. İlyada, Sayfa 526
174. İlyada, Sayfa 529
175. İlyada, Sayfa 530
176. İlyada, Sayfa 531
177. İlyada, Sayfa 532
178. İlyada, Sayfa 534
179. İlyada, Sayfa 537
180. Paul Mazon, Les Belles Lettres, http://fr.wikipedia.org/wiki/Paul_Mazon

181. İlyada, Sayfa 544
182. İlyada, Sayfa 574
183. İlyada, Sayfa 575
184. İlyada, Sayfa 24
185. İlyada, Sayfa 41
186. İlyada, Sayfa 44
187. İlyada, Sayfa 44-45
188. İlyada, Sayfa 474


1 yorum:

  1. Merit Casino Review | Online Casino No Deposit Bonus
    Merit casino offers players a 바카라 사이트 free spin. This offer is exclusive 메리트카지노 to all new players that 1xbet are registered with the website.

    YanıtlaSil